3.Göz
Simran Kadim/OGİTTO
Tüm olaylar, yaşantılar, ilk bakıştan önemsiz görünen bir fikir, söz bile beynimizde belirli izler bırakıyor. Bu izlerden hiç izi tozu kalmadan silinip gidenler de oluyor, zamanla derinleşip yeni yeni yollar açanlar da. Tekrarlardan ibaret günlük yaşam ritminde bu tür yolların kendi kendine açılacağını beklemek naifçe. Konfor alanı ne kadar rahatlık, güven duygusu yaratsa da oradan çıkmadan zihnimizde farklı farklı izler oluştura, o izleri yollara dönüştüremeyiz...
Kitap, yalnızca bilgi kaynağı, belirli konularda veri toplamak için araç değil. Kitap, aynı zamanda manevi ve estetik zevk veren, kişisel gelişimde lokomotif rolünü üstlenerek öğrenmeyi öğreten, dünyayı tanımamızı sağlayıp hayata bakış açısını genişlendiren, beyinde bilgilerin filtrelenmesi mekanizmasını geliştiren, gözden kaçan ayrıntılara dikkat çeken, parlak fikirler doğuran, empati duygusunu güçlendiren, kendinde bilime, sanata, insanlığa sevgiyi bulunduran zihni besindir. Okuma alışkanlık halini alıp yaşam tarzına dönüşmedikçe bu besinin de önemi anlaşılamaz.
Herkesin gün boyunca belirli süre, bir çoğununsa saatlerle zamanı oluyor ki onu istediği gibi harcasın. Zamanı kısa süreli, anlık zevklerle, eğlencelerle de geçirmek mümkün, uzun vadeye yönelen, beyinde yeni yeni nöron ağlarının, düşüncelerin oluşmasını tetikleyen eylemlerle de. Bilincin derinliklerine cümlelerden, kelimelerden, onların yarattığı duygulardan daha iyi ne nüfuz edebilir ki? Bilhassa okuyup öğrendiklerimiz zaman zaman hafızanın alt katlarından yüze çıkıp attığımız adımlarda, verdiğimiz kararlarda yardımçı oluyor.
Seneler önce okuduklarımız bugüne, bugün okuduklarımızsa yarına açılan bir yol.
Basit mantığa göre kimse kendini dünyanın en zeki, bilgili, deneyimli insanı sayamaz, herhangi bir alanda bizden kat kat eğitimli, becerikli, deneyimli insanlar var. Onlar aylarca, yıllarca çaba harcayıp kendi deneyimlerini, düşüncelerini paylaştıkları kitaplar yazıyorlar. Böyle kitaplar beyindeki pek çok soruları yanıtlamanın yanı sıra insanı düşündürerek belki de yanıt bulmaktan daha önemli şeye, çeşitli soruların oluşmasına neden oluyor.
İnsan, bilerek veya bilmeyerek sürekli çocuk gibi kimleri, neleri taklit etmeye eğilimlidir. Büyüdükçe taklit "hedefleri” o kadar artıp birbirine karışıyor ki kimlerin ya da nelerin etkisi altına düştüğümüzün farkına varmıyoruz. Zamanla içimizde yeni, farklı bir "ben” oluşup kimliğimizi belirliyor, düşüncelerimize, konuşmalarımıza, hareketlerimize yön veriyor. Bu nedenle de etkisi altında olduğumuz şeylere dikkat ederek sözügeçen zihni besinin kalitesini arttırmak gerek.
Erişilmez insanlarla – Buda, Konfüçyüs, Sokrates, Descartes, Hegel, Schopenhauer, Dostoyevski, Borges, Eco gibi düşünürlerle sürekli etkileşime geçmek, onların fikirlerini öğrenerek, tabiri caizse mükemmel bir eğitim almak muhteşem bir deneyim değil mi? Şöyle bir söz var: "Kitap, zamanın dalgaları üzerinde seyahat ederek, kendi kıymetli yükünü usulca nesillerden nesillere aktaran bir fikir gemisi.” Boş zamanı öldürmek için değil, ölmüş zamanı diriltmek için, bir başka deyişle.
Bugün beyine ekilen fikir tohumları, yarın büyüyerek geleceğimizi şekillendirecek.
Kitaba ilginin az olmasında dikkatimizi dağıtıp zamanımızı elimizden alan, fikrimizin uçup gitmesine yol açan birçok faktörler var: Bizi ekranlara yapıştıran video oyunlar, gürültülü, patırtılı şov programlar, internetteki veri girdabı, "çekici”, hipnotik, vampir gibi enerjimizi emen sosyal medya... Gözlerimizin önünden bir göz kırpımında akıp giden, kaynağı bilinmeyen bu tükenmez bilgi seli, bilgi parçacıkları, damlaları aslında. Bu damlaların, ne zamansa birleşerek büyük bir dalgaya, dolayısıyla bilgeliye dönüşeceğini beklemek hiç de mantıklı, gerçekçi değil.
Bazı insanlar kitabın ona bir şeyler katmadığını, okumaya ihtiyacının olmadığını düşünüyor. Modern araçlarla – gün boyunca üç beş dakika haberleri dinleyip, beş on ufak paylaşım okumakla, önüne çıkan beş on dakikalık üç beş videoya bakmakla işini bitmiş sanıyor. Fakat bilgiye internetten anında erişim imkânı yetmiyor. Bugün küçük küçük, ufak tefek parçalar şeklinde elde ettiği bilgilerle çok şeyden haberdar olan ama son derece az şey bilen insanlar oluşmuş durumda. Derinden soluk alıp kendimize sormamız gerek: şimdiye dek düşünce spektrumumu genişletmekten, kendimi zenginleştirmekten ötürü ne yaptım, hangi çabayı gösterdim?
Öte yandan çevremizde kitap okuyanlar, kitaba hak ettiği değeri verenler azlıktaysa grup psikolojisinin de etkisiyle okumaktan uzak durmaya başlayacağız. Okumayan çoğunluk sık sık "kitap insana ne katıyor ki” sorusuyla okuyan azınlığın hevesini kırıp kendi tarafına çekecek. Fakat bir şunu da unutmamalı: tarih boyunca doğru yolda olup diğerlerinin yoluna ışık tutanlar her zaman azınlıkta kalmış.
"Kitaba ayıracak vaktim yok”, "Eğitimime ne olmuş ki benim, okumaya ihtiyacım mı var”, "Çoktan kapandı kitapların zamanı, şimdi tamamen başka şeyler gerek!” gibi ifadeler bahaneden başka bir şey değil. Amaca ulaşmaktan ötürü ne denli kafa yorup kısa yollar aramamıza rağmen bazen kısa yol yoktur sadece.
Teknolojilerin bize kazandırdığı zamanı, enerjini yine teknolojilere harcamakla dünyaya yakınlaşsak da kendimizden uzaklaşıyoruz.
Japon kökenli Amerikalı bilim insanı, fizikçi, fütürolog Michio Kaku, Geleceğin Fiziği kitabında belirtiyor ki, geleceğin eğitim sistemi tümüyle internet teknolojilerine bağlı olacak, ezbercilik, "papağanlık” tamamen sıradan çıkarak tarihin tozlu sayfalarına karışacak. Araştırabilen, analiz yapabilen daha zekâlı, sorumlu, "bir monitör, bir ben” prensibiyle kendi kendine eğitim alan öğrenciler yetişecek. Gelecek robotlardan yetenekli, yapay zekâdan zekâlı olmamızı gerektiriyor. Entelektüelliğe, yaratıcılık yetilerine sahip olmayanların, sınırsız hayal gücü, programlama dili, liderlik, yönetim gibi becerileri kazanamayanların toplumda yer almaları daha da zorlaşacak. İmkansız olacak belki de.
Okumak yalnızca bilmek için değil, aynı zamanda neleri bilmediğini bilmek için. Çelişkili şeyse "Neden kitap okumalıyız?” sorusuna cevabın yine de beynimizde yeni yeni yollar açan kitaplarda saklı olması.