3.Göz

Yıllardır yeni yüzyılın sanatının ne olması gerektiği konusunda bir fikir üretmeye çalışıyorum. Çoğu yazılarımda 'tartışmaya açık olarak' bu dili tanımlama amacını sorguladım. Ülkemde bu bakışın izlerini yakalamakta zorlandığımı belirteyim. Zorluk şu: Dünya, teknolojik yapı ve sosyopolitik yapı değiştikçe, sanatın bu değişime paralel gitme zorunluluğu doğar. Buradaki birinci neden çağdaki bunalımı estetiğin dengelemesi; diğeri ise çağa tanıklık etme gerekliliğidir. Bunu yapmayan sanat eksik midir, kanımca evet. Öncelikle çağda olanlar hem bizi yönlendirmek zorunda, hem de bizim olanları tanımlama cesareti taşıma zorunluluğumuz var...Fischer yanılmıyordu "sanat çürümeyi yansıtmalıdır"¹ derken.
Ayrıca dünyadaki sosyal, politik ve teknolojik ataklar, sonuçta karşıt bir felsefi tepkiye neden olur. Bu tepki biçimi çağın yeni felsefesini tanımlar. Son yirmi beş yılda olanlar...Yani teknolojinin tek düğmeye basılarak 'dünyayı apaçık bir film ekranına dönüştürmesi'; aynı teknolojinin küçülerek cebe kadar girmesi; sonrası süper güç ABD 'nin kendi topraklarında vurulması; ve de salgınlar, sosyal ve fiziki depremler...sosyal medya denilen bilgisel –ama riskli–odakların özel hayatları 'fişleyecek' derecede içimize, beynimize girmesi...
Bütün bunlar 25 yılda gerçekleşen bir tür atağa/siber saldırıya neden oldu ise, her dönemin kendi felsefesini yaratması algısı ile de sanata yansıyacaktır. Ve de yansımak zorundadır. Aksi taktirde çağa/döneme kapılarımızı kapatmış oluruz. Bugün empresyonizmi tekrarlama ne kadar anlamsızsa, aynı derecede bu çağa da çok yabancıdır.
Bu tanıklığı, hiç de Marcel Duchamp'ınkine benzemeyen, yeni bir kavramsal dilin sağlayacağı kanısındayım. Değişimi es geçerek elli yıldır aynı sanatı yapmaya ćalışanlar ne yazık ki felsefe ve sosyoloji adına hiçbir şey söylemiyorlar.
Ben bunu sürekli yazdım. Ancak tuhaf bir biçimde, beklenmedik bir şey oldu ben bunları düşünürken:
Bir anda beklenmedik bir ad devreye girdi ve bu rastlantısal "karşılaşma" beni gerçekten şaşırttı. "Deneysel" ve düşünceyi zorlayan yapıtlarıyla karşımıza çıkan bu genç kızın, bir akademisyen değil, (şu an yıkık) bir kentin sanat eğitimcisi olması da daha çok şaşırttı benii. Deprem bölgesinde bazen eğitimde, bazen yemekhanede çalışan; konteynerler, çadırlar ortamında görev üstlenen bir genc sanatçı tümüyle sıraladığımız "bu yeni yüzyılın sanatı" olgusunun temelinde izi olan yapıtlarla karşımıza çıkıyor.
Zelal Artış, "fotoğraf-plastik öge-müdahale edilmiş fotoğraf" üçleminde çok şaşırtıcı sağlamlıkta bir "vizör dengesi" oluşturuyor enteresan yapıtlarında. [Buradaki müdahale bazen fırça darbeleriyle bazen de dijital düzenlemelerle devreye giriyor]. Fotoğraf ise bu çalışmaların ana odağı. Seçilen konular ne kadar basit görünürse görünsün 'işleme' biçiminde felsefi ve görsel anlamlar sunuyor bize. Ayrıca düşünsel 'dokunuşlarla', felsefi önculükleri bize yıllarca önce sunan Şahin Kaygun'a da göndermeler yapıyor bu çalışmalar. Estetik dengeyi sağlayan bakış kendi kentindeki yıkık, eprik, çoğu kez de dökünük mekanlara yöneliyor, bu seçimlerin biçimsel olarak yapısal dengesi bir coğrafyayı tanımlarken 'kendi vizöründeki' renklere, nostaljik yapıların 'eprimiş hallerine' tanıklık ediyor ve bir fotoğrafik ve resimsel kavramsallık çıkıyor ortaya. Ancak şaşırtıcı biçimde, "anıları enkazlarda solmuş", ya da bize nostaljik gülümseyen alçakgönüllü, terk edilmiş, anıt olmuş yapılar sunuluyor bize. Sırları dökülmüş aynalar gibi, sıvaları zamana direnemeyen duvarlar..duvarlar. Bu fotoğraflardaki kareler göz alıcı. Aynı deklanşör parmakları, bazen bu "kasvetli gri çekimlere" renksel ve biçimsel 'müdahaleler' oluşturarak yepyeni bir dil yaratıyor; bizim sürekli önerdiğimiz, bu yüzyıla ait bir sanat dili.
Sözü edilen sanatçı, 'gerçekliğe müdahalede' epey usta bir genç kız. Deneyselliği seviyor. Bu bilgisayarla da olsa, fırça darbeleriyle de gerçekleşse sonuç hep aynı; "ben felsefenin, düşünsel gözleriyle bakıyorum objeye/hayata" der gibi. Zelal'de gördüğümüz şey bu. Çok figürlü resimsel kompozisyonlar ise biçimsel bilinçle sosyolojik gerçekliği birleştirici nitelikte.
Piyasa kaygısıyla elli yıl boyunca çağa sırtını dönen ünlü ressamlarımızı gördüğümüzde, bu yüzyılın dilini kullanmaya cesaret eden bir genç yeteneğin cesur atılimları elbette dikkat çekiyor.
Dikkat ederseniz, diğer yazılarımda –ve bu yazımda– bu çağın sanat dilinin çoksesli olması gerektiğini gerekçeleriyle belirttim. Böyle bir durumda bilgisayar, sosyal medya, depremler, salgınlar, küresel saldırılar çağında, bu duruma bakışını çeviren genç bir sanat eğitimcisinin yepyeni bir dil arayışında bulunması umut veriyor bize. [Özellikle bir sanat yazarı olarak bana].
Zelâl Artış bize ve dünyaya çok farklı buluşlar fırlatıyor ve bize de önerdiğimiz dili ve felsefeyi kullanarak gösterisel deneyler sunuyor.
İlişkilerle isim yapan kişilere karşı doğrusu böyle çağdaş ve yenilikçi kalpler bize yepyeni umutlar da iletiyor.
Bu tür kalemlerin hiç susmamasını diliyor kalbimiz, beynimiz ve ülkeye/sanata bakışımız. Artış, solgun grilerle, hayata direnemeyen ölümcül bir biçimde epriyen; ama bir şekilde "ben varım, yaşıyorum ve geçmişe gülümsüyorum" diyen gizemli bir geçmişe tanıklık ediyor yapıtlarında.
En önemlisi de "sıradan objeye, felsefe gözüyle bir bakış katması.
Yeni yüzyılda bu genç sanatçı, bizim önerdiğimiz sanat dilini bazen hocalarını da aşarak ortaya koyuyorsa elbette bu değerli. Resimleşmiş yapıtlarında ise bizim önerdiğimiz şaşırtıcı nitelikler var. Çağın bizden talep ettiği anlatım dili.
Yeni yüzyılın yeni felsefi, kavramsal dilini bize sunan bu genç sanatçı, bizi oldukça şaşırttıkça, kendi anlatım dilini ortaya koyarak bunu daha da ileriye götürecek gibi.
Kanım şu ki, 'genç sanat' eğer kalbini ve yeteneğini felsefi anlamda kullanırsa, bize gelecekte görkemli görsellikler sunma gibi bir görevi de üstlenecek. Bizim talebimiz ve önerimiz "Yeni Yüzyılın Sanatının" bu tür emeklerle bütünleştirilmesi.
Bizse bir sanat yazarı olarak bu tür yüreklerin çoğalmasını ve bu şekilde sanatsal algının üst düzeylere çıkarak çağdaş sanata yeni ışıklar katmasını diliyoruz.