3.Göz

01-10-2023 21:43
3.Göz
Şeyhmus Çakırtaş yazdı.
  

Bilinen ve Bilinmeyen Göbekli Tepe

 

12 bin yıllık geçmişi olan Göbeklitepe, Urfa’nın 15 kilometrekuzeydoğusunda yer alan ve erken neolitik döneme ait kalıntıların bulunduğu bir arkeolojik kazı alanıdır. İnsanlık tarihinin şimdiye kadar ortaya çıkarılan en eski anıtsal mimari kalıntılarının bulunduğu tepe, çevredeki yükseltilerden daha yüksek bir konumdadır.

Kazı çalışmalarını en başında yürüten, Göbeklitepe’yi arkeoloji dünyasına kazandıran ve artık hayatta olmayan Prof Dr Klaus Schmidt 2010 yılında kendisini ziyaret ettiğimde ortaya çıkarılan kült merkezi hakkında şunları söylüyordu:

  "Şu ana kadar insan eli ile inşa edilen ve ortaya çıkarılan en eski ayin merkezini  bulduğumuzu düşünüyorum. 1995 yılında arkeolojik kazılara başlamadan önce bu mimari eserlerden hiçbiri yüzeyde görünmemekte idi. Bu açıdan bakıldığında Göbekli Tepe kazıları ile ortaya çıkan eserler dünyanın bilinen diğer anıtsal mimari kalıntılarından ayrılır. Stonehenge eserleri ya da Malta adası taapınakları anıtsallık açısından Göbekli Tepe ile karşılaştırılabilir, ancak bu eserler her zaman toprak üzerinde bulunmuş ve yapıldıklarından itibaren insanoğlu tarafından görülebilmiştir. Oysa Göbekli Tepe yapıldıktan sonra insan eli ile bilinçli olarak kapatılan kalıntıları ise binlerce yıl sonra tekrar gün yüzüne çıkarıldı ve her yıl yaptığımız kazı kampanyalarında yeni eserlere ulaşıyoruz. Bu da Göbekli Tepe kazılarına taze bir ilgi yaratıyor, çalışmalarımız merakla takip edilmesini sağlıyor” diyor.

         Göbekli Tepe’de ilk kazı çalışması yapıldıktan hemen sonra basının ilgi odağı haline gelir. Almanya’da yayın yapan Der Spiegel Dergisi’nin 2006 yılında    Göbekli Tepe hakkında yayınlanan bir haberde, Hz. Adem ve Havva’nın burada yaşadığı iddia edilmesi ve bu haberin Türkiye medyasına çarpıtılarak yansıtılması, farklı bir ilgiyi de Göbekli Tepe’ye doğru çekti.

Kazı alanında ortaya çıkarılan buluntular tarihin en eski yerlerinden birini ortaya çıkarması, arkeoloji dünyasında zaten var olan  heyecanı daha  da artırdı ve dikkatle izlenmesine neden oldu. Hem dinler tarihiyle yakından ilgileneler, hem de neolitik dönemi inceleyenler açısından Göbekli Tepe  kazıları artık önemli bir kilometre taşı oldu.

Burada eklemek gerekirki Der Spiegel dergisinin bilimsel verilerden ziyade, dikkat çekme üzerine kurgu şeklinde yaptığı yayın kazı başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt tarafından hem Alman medyasında hem de Türkiye’ de tekzip edilmişti. Klaus Schmidt’ in bu konu üzerindeki basın açıklaması 2006 yılında Urfa’da yayın yapan bazı yerel gazetelerde de yer almıştı. Klaus Schmidt Göbekli Tepe’ nin arkeoloji bilimine, insanlık tarihine getirdiği yeni verilerle, bilgilerle eşsiz bir değer olduğunu, tüm dünyada buluntularının emsalsizliği ile tanındığına dikkat çekiyor ve Göbekli Tepe nin bilimsel araştırmaların sonuçları dışında herhangi bir yakıştırmaya ihtiyacı olmadığını vurguluyor ve Adem ile Havva iddialarını başından beri reddederek bu konunun kendilerinden kaynaklanmadığını ve iddiayı kesinlikle desteklemediğini tekrar tekrar belirtiyor.

 

Göbeklitepe Nasıl Bulundu?

Göbekli Tepe ilk kez 1963 yılında, İstanbul ve Şikago Üniversiteleri'nin ortaklaşa yaptığı bir yüzey araştırmasında V 52 adıyla Neolitik yerleşme olarak saptanmış ve yüzey araştırmasıyla ilgili 1980'de  Peter Benedict tarafından yazılan makalede alanla ile ilgili ilk bilgiler kayda geçirilmiş. Bu makalede Göbekli Tepe'nin yamaçlarının çakmaktaşlarıyla dolu olduğu ve en yüksek iki tepeciğin üstünün gömütlüklerle kaplı olduğu ifade edilmiş olasına rağmen, 1960'lı yıllardaki arkeoloji bilgisi, Göbekli Tepe'nin önemini anlamaya yetmemiş, bugünkü bilgilerle söz konusu yüzey araştırması sırasında gömütlük olarak tanımlanan bulguların, üst kısımları görülen Neolitik Dönem dikilitaşları olduğunu sonradan anlaşılmıştır.

Bu yüzey araştırmasını yapan ekip, Neolitik Dönem'e ait Ergani Çayönü yerleşmesinde kazı yapılmasına karar vermiş ve Göbekli Tepe binlerce yıllık ıssızlığıyla, gizemiyle tekrar baş başa kalmıştır...

Öte yandan 80’li yıllarda Göbeklitepe’de arazisi olan Şavak Yıldız adında ki köylü, çift sürerken bulduğu iki heykel parçasını Şanlıurfa Müzesine getirir, ancak Müze uzmanları eserleri o zamanlar neolitik döneme ait bu tür eserler bilinmediği için eserleri sahte olarak tanımlarlar, ama yine de dikkatli davranarak Müze deposuna alırlar. Böylece 80’li yıllarda Göbekli Tepe yine keşfedilmeye çok yakınken, gözlerden kaçar ve 1995 yılına kadar yine kendi sessizliğine bürünür.

Daha sonraki yıllarda Alman Arkeoloji Enstitüsü Atatürk Barajı suları altında kalacak olan yine Neolitik Dönem'e ait Nevali Çori kazısına yürütmüş, kısa zamanda Nevali Çori’de neolitik çağına ait oldukça önemli bilgilere ulaşmıştır. Ancak baraj sularının yükselmesi nedeniyle kazılar ancak kısıtlı bir alanda yapıldığından dolayı, kazı ekibinde bulunan   Klaus Schmidt, Nevali Çori kazılarının tamamlanması sonrasında, yeni bir proje planlama düşüncesiyle, bölgede bilinen diğer Neolitik yerleşmeleri dolaşmaya başlamış, bu çerçevede Göbekli Tepe'de yüzey araştırmaları yaparak, Nevali Çori kazılarının verdiği tecrübeyle, geniş alanda yüzeyde görülebilen kireçtaşı buluntuların, heykel ve dikilitaş parçaları olabileceğini kanısına vararak Göbeklitepe’yi daha derinlikli araştırma yapma kararı almıştır.

 Göbekli Tepe nin önemini 1994 yılında yaptığı bu ziyaret sırasında keşfeden ve kitabında bunu yeniden keşif olarak anlatan Klaus Schmidt Göbekli Tepe’den bahsederek Şanlıurfa Müzesine geldiğinde Müze uzmanları 80’li yıllarda Müzeye getirilen iki eseri hatırlayarak bunları Klaus Schmidt’in incelemesi için gösterirler. Böylece heykellerin gerçek  ve neolitik döneme ait olduğu kesinlik kazanır.

Göbekli Tepe ve Nevali Çori arasında ki benzerlikten yola çıkarak, buranın Nevala Çori’nin devamı olduğu düşünülürken, kazılar ilerledikçe Göbeklitepe’nin oldukça eski bir tarihe sahip olduğu anlaşılır.

Göbekli Tepe'nin geniş görüş mesafelerine hâkim, stratejik coğrafi konumu, inanılmaz büyüklüğü, çok özel bir Neolitik döneme ait bir alan olabileceği kanısına varan Dr Schmidt dünyanın en eski kült merkezine ulaşacağını belki de o günlerde hayal bile etmiyordu. Çünkü kazı ilerledikçe  "Tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntular” ortaya çıkacaktı.

Prof. Dr. Klaus Schmidt Göbeklitepe’yle ilgili şunları ifade ediyordu o günlerde: "12 binyıllık bir tarihi olan Göbekli Tepe, insanoğlunun en büyük adımlarından biri olan Neolitik Devrim'e dair, belki de yerleşik bilgileri sarsacak ipuçları barındırıyor. Tarihsel olarak, son avcı-toplayıcı toplulukların yaşantısına tanıklık etmemizi sağlıyor, yerleşik yaşama geçiş aşamasını temsil ediyor. Kazıların ortaya çıkardığı asıl şaşırtıcı gerçek ise şu: Göbekli Tepe, son avcı-toplayıcı toplulukların inşa ettiği, görkemli bir kült merkezi, bir tapınaklar dağı. Büyük bir değişimin arifesinde olan avcı-toplayıcı topluluklar, bir anlamda, en azından tapınaklarıyla yerleşik yaşama geçmişler bile. Üstelik, sandığımızdan çok daha gelişmiş ve karmaşık sayılabilecek bir düşünsel düzeye sahiplermiş…
15 yıldır kazdığımız alan, insanlığın çok önemli bir evresine, günümüzden 12 binyıl öncesine ışık tutuyor. Göbeklitepe tarımın başlamasının, hayvanların evcilleştirilmesinin, ilk kurulan köylerle birlikte yerleşik yaşama geçişin, sınıflaşmanın nüvelerinin oluşmasının; kısacası uygarlığın ilk adımlarının atılmasının gerçekleştiği çekirdek bölgelerden biri, belki de en önemlisi olan Bereketli Hilal/Mezopotamya topraklarında yer alıyor olmasıdır. Yerleşmenin asıl önemi ise, son avcı-toplayıcı topluluklara dair bilgiler barındırması, tarihsel olarak, yerleşik yaşama geçiş aşamasını temsil etmesi. Kazıların ortaya çıkardığı şaşırtıcı gerçek ise şu: Göbekli Tepe, son avcı-toplayıcı toplulukların inşa ettiği, son derece görkemli bir kült merkezi, bir tapınaklar dağı. Büyük bir değişimin arifesinde olan, geçiş döneminin tüm sancılarını yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar, bir anlamda, en azından tapınaklarıyla yerleşik yaşama geçmiş oldukları düşünülebilinir. Üstelik, sandığımızdan çok daha gelişmiş ve karmaşık sayılabilecek bir semboller dünyasına ve düşünsel düzeye sahiplermiş.”



Yaklaşık 12 000 yıl öncesine, çanak-çömlekçiliğin henüz bilinmediği taş devrine (çanak-çömleksiz neolitik çağ) ait olan Göbeklitepe kalıntılar, neolitik dönemde yaşayan insanların mimari yeteneklerinin olduğunu, hatta dinsel tören ya da bir tür olimpik kutlamalar için düzenli aralıklarla bir araya geldiklerini göstermesi açısından önemlidir.

Bu yeni veriler, insanlık tarihine ilişkin önemli bir yanılgıyı da ortaya koyuyor.
Yakın bir zamana kadar, Filistin'deki Eriha (Jericho) ile Konya'daki Çatalhöyük yerleşim alanlarının, insanlığın uygarlık ve kültüre doğru ilk adımını attığı zaman dilimi olan neolitik çağa geçişi temsil ettikleri sanılıyordu. Neolitik çağda, avcı-toplayıcılardan tarımla uğraşan, hayvan yetiştiren, evler yaparak, köyler oluşturarak yerleşik bir yaşam sürdüren çiftçiler ortaya çıkmıştı. Bugüne kadar, çiftçiliğin yapılmasıyla birlikte başlayan yerleşik yaşamın ekonomik ya da ekolojik nedenlerden dolayı ortaya çıktığı düşünülüyordu. O dönemin insanları artık basit ve geçici derme çatma kulübeler değil, kalıcı ve dayanıklı konutlar yapıyorlardı. Dolayısıyla, neolitik çağın getirdiği en önemli değişimlerden sayılan mimarlık da yerleşik yaşamla birlikte ortaya çıkmış olmalıydı. Ne var ki, Göbekli Tepe'de halen sürdürülen kazılar, birçok insanın bir araya geldiği ve düzenli aralıklarla yapılan dinsel törenlerin yerleşik yaşama geçişe neden olabileceği düşünülyor. Ayrıca Göbekli Tepe'deki buluntular, mimarlığın avcı-toplayıcılar zamanında da var olduğunu ortaya koyuyor.
Yaklaşık 12 bin yıl önce yapılan dev tapınağın ortaya çıkarıldığı kazı, Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI) ile Urfa Müzesi'nin ortaklaşa projesi olarak 1995 yılında başlayan ve 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüne geçen ve bu statüde devam eden  çalışmalar Alman kazıbilimci Prof.Dr. Klaus Schmidt yönetiminde yürütüldü. Hayatını kaybetmeden bir çok sorun ve sıkıntı yaşasa da kazmaktan vazgeçmedi..Bakanlığın engelleriyle karşılaştı, bazı sözde bilim insanların saldırılarını göğüsledi. Ortaya çıkardığı insan başlı hayvan figürlü eser gün yüzüne çıkarıldığı gün, yarısı daha topraktayken çalındı. Bu nedenle soruşturma geçirdi, para cezasına çarptırıldı. Ortaya çıkan taş heykel ise sırra kadem bastı. Bu güne kadar hiçbir yerde izine rastlanılmadı.


Schmidt'in Göbekli Tepe'de ortaya çıkardığı kazı alanının bu denli yankı uyandırmasının nedeniyse onu yapanların avcı-toplayıcı insanlar olmaları. O çağlarda yaşayan avcı-toplayıcı insanlar, henüz tam olarak yerleşik yaşama geçmemişlerdi ve çanak-çömlekçiliği bilmiyorlardı. O nedenle yaşadıkları dönem çanak-çömleksiz neolitik olarak adlandırılır. Bu dönem günümüzden 11 200 ila 8600 yıl arasını kapsar.
Daha önce Nevali Çori'de de çalışmış olan Schmidt, tümüyle çanak-çömleksiz neolitiğe ait olan Göbekli Tepe'yle, hem çanak-çömleksiz hem de çanak-çömlekli neolitiğe ait evreler içeren Nevali Çori arasında büyük paralellikler, hatta kesin bir bağlantı olduğunu öne sürüyordu. Kazıbilimci, bu iki yerleşim alanının, daha önce ortaya çıkarılan başka yerleşim yerlerinden çok farklı oldukları ve herhangi bir karşılaştırma yapılmasının yanlış olacağı görüşündeydi...
1992 yılında Atatürk Barajı'nın suları altında kalan Nevali Çori'de, konut benzeri yapıların ve havalandırma delikleri olan ambarların yanı sıra karmaşık yapılı mozaik tabanları olan bir tapınak ortaya çıkartılmıştı. Yaklaşık 10 500 yıl önce yapılmış olan tapınak, üzerlerinde insan kabartmalarının yer aldığı destekler, bir mihrap, taştan oyulmuş, yılanlardan saç örgüleri olan bir büst, ayrıca insan-hayvan arası figürlerden kopan parçalardan oluşuyordu. Kazıbilimciler, Göbekli Tepe'deyse, bugüne kadar çapları 20 metreye varan daire biçimli 4 anıtsal  alan ortaya çıkardılar. Kazı yerinde bulunan sayısı 40’ı geçen T biçimli dikilitaş üzerinde aslan, yılan, boğa, koç, tilki ve turna kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürleri yer alıyor. Tapınağı, ayrıca doğal boyutlarında, taştan oyulmuş çeşitli yabani hayvan heykellerine ulaşıldı.  

Ayrıca Nevali Çori'de bulunan bir insan heykelinin aynısı Göbekli Tepe'de de çıkarılmış. Kazıbilimciler, şu ana değin çıkarılan kalıntılardan, bu yerleşim alanının yaşının en az 12 000 olduğunu hesaplamışlar. Yerleşim alanının daha da eski dönemlere ait olması yüksek bir olasılık; çünkü henüz alt tabakalara ulaşılamadı.
Göbekli Tepe her ne kadar 1960'lı yıllardan bu yana biliniyorsa da, bölgenin çok özel ve önemli olduğunu kazıbilimci Schmidt 1994 yılında keşfetmiş. Kazıbilimci, Urfa yakınlarında yaptığı bir arazi çalışması sırasında yerdeki masif, işlenmiş, bir kısmı kazılmış kireçtaşı plakalarını fark etmiş; Göbekli Tepe'de dikkatini çeken bir başka önemli olguysa, tepenin büyük miktarlarda işlenmiş çakmaktaşıyla dolu olmasıymış. Nevali Çori'de bulduklarını anımsayan Schmidt, bu tepenin altında insanlık tarihine ait çok önemli kanıtların olabileceğini düşünerek kazılara başlamıştır.


            "Kazıya başlar başlamaz da çok eski çağlara ait oldukları hemen belli olan duvarlar ve T biçimli  dikilitaşlar ortaya çıkmış. Bu, kazıbilimciler adına büyük bir başarı. Çünkü, yaklaşık 12 000 yıl sonra, taş çağı insanlarının yaptıklarını günümüze getirmiş oluyorlardı. Kazıbilimciler buluntulara bakarak, "ilkel" avcı-toplayıcıların yaşamı konusunda şimdiye kadar yanıldıklarını anladılar. Artık belli ki, avcı-toplayıcılar, yaşamlarını hiç de öyle tek düze, yalnızca karın doyurmak ve öteki yaşamsal gereksinimlerini gidermekle geçirmiyorlardı. Birbirinden ilginç dev boyutlu hayvan kabartmaları ve heykelleri, bu insanların yaş amında başka renkler de olduğunu gösteriyor. Kalıntılar, paleolitik çağdan (avcılık-toplayıcılık) neolitik çağa (tarımcılık ve hayvancılık) geç iş sırasında, insanların el becerilerinin ve sanatsal yeteneklerinin önemli ölçüde gelişmiş olduğunu ortaya çıkarıyor.
Arkeologlar, ayrıca, Göbekli Tepe'deki en eski yapıların dairesel biçimli, daha yeni yapılarınsa dikdörtgen biçimli olduklarını saptamışlar. Bu yapıların çatılarının olup olmadığı henüz bilinmiyor. Gün ışığına çıkarılan üç metre uzunluğundaki dikilitaşlardan bazıları, çevrelerindeki duvarlardan daha alçak. Bu da, kabartmalarla süslü bu sütunların çatılara destek amaçlı kullanılmadıklarını gösteriyor.” Kazıbilimciler, bu dikilitaşların, bölgede yaşayan topluluğa ya da kabileye ait totemler olabilecekleri üzerinde duruyorlar. Demek ki o çağlarda yaşayan insanlar doğa üstü varlıklara inanıyorlarmış.
Kazı alanında, yerleşik yaşam olduğunu kanıtlayacak odalara, yemeklerin pişirildiği ocaklara ve topluca oturulan salonlara, hatta insan iskeletlerine şu ana değin rastlanmadı. Oysa Nevali Çori'de yapılan kazılarda, taş çağı insanlarının ölülerini evlerinin içine, tabanın altına gömdükleri ortaya çıkmıştı. Göbekli Tepe de devam edilen kazılar sırasında yapıların tabanlarına birçok alanda ulaşıldı. Ancak şu aşamada arkeologlar tabanları kazmayı bu bir tahribat olacağı için düşünmüyorlar. Zaten bulunan tabanların bir kısmı anakayanın açkılanması ile oluşturulmuş bu alanlarda tabanaltı gömü beklenmiyor. Kazı alanında bulunmuş olan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmaktaşlarından, neolitik çağ insanlarının kalıcı olmasa bile, en azından geçici bir dönem Göbekli Tepe'de yaşadıkları anlaşılıyor. Ancak bu insanların, 300 metre yükseklikte, suyun olmadığı bu tepede neden yaşadıkları henüz bilinmiyor.

Büyük olasılıkla Göbekli Tepe, bölgede yaşayanlarca törensel amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeriydi. İnsanların orada ne kadar süre kaldıkları neler yaptıkları ve ne kadar insanın bu merkezde bir araya geldiğiyse ileri aşamalarında ortaya çıkacak. Kazıbilimciler, tahminlerinde bir adım daha ileri giderek, Göbekli Tepe gibi yerleşim alanlarının belirli bir bölgeyi denetlemesi olasılığı duruyorlar. Böyle bir merkezi yerleşim, hiyerarşik yapıdaki bir topluluğun varlığını ortaya koyuyor. Belki de bölgede yaşayan kabile, dinsel törenleri düzenleme dışında, gündelik yaşamla ilgili işleri de denetim altına alıyor; aletlerin üretim ve dağıtımını düzenliyor, avcılığı denetliyor, hayvan postlarının dağıtımını üstleniyordu.


Elde edilen bulgulardan, Göbekli Tepe'deki yerleşimin aniden, yaklaşık 9500 yıl önce sona erdiği anlaşılıyor. Schmidt, inançların değişmiş, belki de yeni inançların ortaya çıkmış olabileceğini düşünüyordu.

Yaklaşık 8600 yıl önce başlayan çanak-çömlekli neolitik çağın başlangıcına bakılacak olursa, o dönemdeki yerleşimlerin su ya yeraltı kaynaklarına yakın yerlerde oldukları görülüyor. Bu dönemlerden elde edilen kalıntılar, tarım ve hayvancılığın yaygın olduğunu gösteriyor. Çanak ve çömlekler üzerine yapılan ve dişiliği öne çıkaran resimlerden "doğum urganlığın" önem kazandığı anlaşılıyor.
Kazıbilimciler, toplumsal yaşantının çiftçiliğe yönelmesini genellikle aşırı avlanmaya, iklim değişimlerine ya da nüfus patlamasına bağlıyorlar. Oysa Schmidt, çiftçiliğe geçişi farklı açıklıyor. Ona göre, çevredeki avcı-toplayıcıların özel törenlere katılmak üzere Göbekli Tepe gibi merkezlerde kısa süreli de olsa düzenli aralıklarla bir araya gelmeleri, tarımla hayvancılığın başlamasına yol açtı. Çünkü bu kadar kalabalık bir insan topluluğunu av hayvanlarıyla doyurmak olanaksızdı.
Peki, insanların henüz çanak-çömlekçiliği bilmediği, avcı-toplayıcı olarak yaşadığı, ancak büyük sanatsal yapıları ortaya koyabildiği bu geçiş dönemi neden daha önce keşfedilmemişti?
Bu olgu, Batılı kazıbilimcilerin İncil'deki Kutsal Ülke'yle ilgili söylemleri ispatlama hırslarıyla açıklanabilir. İncil'in izinden giden kazıbilimciler, dev duvarlarıyla Eriha'yı (Jericho) keşfettiler. Ürdün'deki bu yer, üzerinde fazla tartışılmadan insanlığın ilk büyük yerleşim alanı ilan edildi.
Kazıbilimciler, tarihöncesine ait başka yerleşim alanlarını Ürdün'de, Dicle ve Fırat ırmaklarının verimli ovalarında aradılar ve tahminlerinde yanılmadıklarını keşfettiler. Sonraki yıllarda, kazıbilimciler, bu iki ırmağın çıktığı yer olan Yukarı Mezopotamya’yı keşfettiler ve buralarda önemli buluntulara rastladılar. Böylece, "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan ve Filistin'deki Lübnan Dağı'ndan kuzeydeki Amanos Dağları'na uzanan, Doğu Torosların güney eteğini izleyerek Zagros Dağları'yla güneye kıvrılan bölge uygarlığın beşiği ilan edildi.

Tarım ve hayvancılıkla ilgili çok erken dönemlere ait buluntular, bir neolitik devrimin gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin tezleri doğruluyordu. Neolitik devrim, beraberinde yeni beslenme ve toplumsal yaşam biçimlerini, en önemlisi, uygarlığın doğuşunu getirmişti.
Peki, insanlar neolitik çağdan önce nasıl yaşıyorlardı? Günlerini yalnızca temel gereksinimlerini sağlamakla mı geçiriyorlardı? Bu sorunun yanıtını merak eden kimi arkeologlar, 1960'lı yıllarda "Bereketli Hilal"in kenar bölgelerini araştırmaya başladılar ve önemli bulgular elde ettiler. Zagros ile Toros sıradağlarının eteklerinde, daha çiftçiliğe ve yerleşik yaşama geçmeden kültürel değerlere sahip gelişmiş bir taş çağı kültürüne ait birçok yerleşim alanını keşfettiler.
Bu kültürel değerler şu sıralar Urfa bölgesinde gün ışığına çıkıyor. Kazıbilimciler Schmidt ve Hauptmann, başka yerlerde de Göbekli Tepe'deki kalıntılara benzer kalıntıların bulunduğundan kuşku duymuyorlar. Gelecekte, Türkiye'nin güney bölgelerinde, Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyinde yapılacak kazılar bu öngörüleri doğrulayabilir. Şurası kesin ki, mimarlık yerleşik yaşamla birlikte ortaya çıkmadı, ondan önce de vardı. Dahası, insanlığın kültürel gelişimi (uygarlık), Akdeniz'in doğu kıyıları gibi tek bir bölgede değil, birçok çekirdek bölgede ortaya çıktı. Bu çekirdek bölgelerden biri de, Mezopotamya. Öyleyse, değişen yaşam biçimi toplumsal yapıyı biçimlendirmedi. Tersine, artan bilinç düzeyi insanın var oluş biçimini etkiledi.
İşin tuhaf yönü, çanak-çömlekçiliği henüz tanımayan taş çağı insanlarının gelişmiş kültürel bilinç düzeyi, yerleşik yaşama geçişle birlikte tümüyle yok oluyor. Yapılan kazılar, çanak-çömleksiz neolitiğe ait yerleşimlerin çoğunun, çanak-çömlekli neolitiğe geçişte yok olduklarını gösteriyor. Dev taş heykelleri, değişik hayvan motifli kabartmalarıyla dinsel törenlerin yapıldığı eski dini merkezlerin gösterişi kayboluyor, her şey sıradanlaşıyor. Kısaca, eski tanrıların yerini başka şeyler alıyor. Öyleyse, çanak-çömleksiz neolitik çağ bir gelişme döneminin sonu mu? Belki de tersine, çok sonraları başka bir yerde ortaya çıkacak yeni bir dönemin habercisi oldu bu çağ; bizler henüz aralarındaki bağlantıyı kuramadık.
Hauptmann konuya şöyle bir yorum getiriyor: "Belki de neolitik çağ insanlarının "tanrıları", 4000 ila 3000 yıl önce Mezopotamya uygarlığı insanlarının taptıkları tanrıların benzerleriydi. Nevali Çori ve Göbekli Tepe'de, daha sonra Sümerlerin kültürlerinde bulacağımız bir şeylerin ön hazırlığı oluşturuldu." O halde tanrılar tümüyle yeryüzünden silinmiyorlar, yalnızca başkalaşım geçiriyorlar.”

 

 

 

*Bu yazı tarafımdan yazılmıştır. Ancak yazı bir derleme niteliğindedir. Gerek kazı başkanı Prof Schmidt verdiği bilgiler, gerekse de Schmidt’in Göbeklitepe yorumlarını değerlendiren Ayşegül Yılmaz Günenç’in  BİLİM TEKNİK dergisinin Eylül 2000 sayısında yayınlanan yazısından oldukça fazla alıntı yapılmış, yazıya derleme bir şekil verilmiştir. 

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.