3.Göz
Bilinen ve Bilinmeyen Göbekli Tepe
12 bin yıllık geçmişi olan Göbeklitepe, Urfa’nın
Kazı çalışmalarını en başında yürüten, Göbeklitepe’yi arkeoloji
dünyasına kazandıran ve artık hayatta olmayan Prof Dr Klaus
Schmidt 2010 yılında kendisini ziyaret ettiğimde ortaya çıkarılan kült
merkezi hakkında şunları söylüyordu:
"Şu ana kadar insan eli
ile inşa edilen ve ortaya çıkarılan en eski ayin merkezini bulduğumuzu düşünüyorum. 1995 yılında
arkeolojik kazılara başlamadan önce bu mimari eserlerden hiçbiri yüzeyde
görünmemekte idi. Bu açıdan bakıldığında Göbekli Tepe kazıları ile ortaya çıkan
eserler dünyanın bilinen diğer anıtsal mimari kalıntılarından ayrılır.
Stonehenge eserleri ya da Malta adası taapınakları anıtsallık açısından Göbekli
Tepe ile karşılaştırılabilir, ancak bu eserler her zaman toprak üzerinde
bulunmuş ve yapıldıklarından itibaren insanoğlu tarafından görülebilmiştir. Oysa
Göbekli Tepe yapıldıktan sonra insan eli ile bilinçli olarak kapatılan
kalıntıları ise binlerce yıl sonra tekrar gün yüzüne çıkarıldı ve her yıl
yaptığımız kazı kampanyalarında yeni eserlere ulaşıyoruz. Bu da Göbekli Tepe
kazılarına taze bir ilgi yaratıyor, çalışmalarımız merakla takip edilmesini
sağlıyor” diyor.
Göbekli Tepe’de ilk kazı çalışması yapıldıktan
hemen sonra basının ilgi odağı haline gelir. Almanya’da yayın yapan Der Spiegel
Dergisi’nin 2006 yılında Göbekli Tepe hakkında yayınlanan bir haberde,
Hz. Adem ve Havva’nın burada yaşadığı iddia edilmesi ve bu haberin Türkiye
medyasına çarpıtılarak yansıtılması, farklı bir ilgiyi de Göbekli Tepe’ye doğru
çekti.
Kazı alanında
ortaya çıkarılan buluntular tarihin en eski yerlerinden birini ortaya
çıkarması, arkeoloji dünyasında zaten var olan heyecanı daha da artırdı ve dikkatle izlenmesine neden oldu.
Hem dinler tarihiyle yakından ilgileneler, hem de neolitik dönemi inceleyenler
açısından Göbekli Tepe kazıları artık
önemli bir kilometre taşı oldu.
Burada eklemek
gerekirki Der Spiegel dergisinin bilimsel verilerden ziyade, dikkat çekme
üzerine kurgu şeklinde yaptığı yayın kazı başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt
tarafından hem Alman medyasında hem de Türkiye’ de tekzip edilmişti. Klaus
Schmidt’ in bu konu üzerindeki basın açıklaması 2006 yılında Urfa’da yayın
yapan bazı yerel gazetelerde de yer almıştı. Klaus Schmidt Göbekli Tepe’ nin
arkeoloji bilimine, insanlık tarihine getirdiği yeni verilerle, bilgilerle
eşsiz bir değer olduğunu, tüm dünyada buluntularının emsalsizliği ile
tanındığına dikkat çekiyor ve Göbekli Tepe nin bilimsel araştırmaların sonuçları
dışında herhangi bir yakıştırmaya ihtiyacı olmadığını vurguluyor ve Adem ile
Havva iddialarını başından beri reddederek bu konunun kendilerinden
kaynaklanmadığını ve iddiayı kesinlikle desteklemediğini tekrar tekrar
belirtiyor.
Göbeklitepe
Nasıl Bulundu?
Göbekli Tepe ilk kez 1963 yılında, İstanbul ve Şikago
Üniversiteleri'nin ortaklaşa yaptığı bir yüzey araştırmasında V 52 adıyla
Neolitik yerleşme olarak saptanmış ve yüzey araştırmasıyla ilgili 1980'de Peter Benedict tarafından yazılan makalede alanla
ile ilgili ilk bilgiler kayda geçirilmiş. Bu makalede Göbekli Tepe'nin
yamaçlarının çakmaktaşlarıyla dolu olduğu ve en yüksek iki tepeciğin üstünün
gömütlüklerle kaplı olduğu ifade edilmiş olasına rağmen, 1960'lı yıllardaki
arkeoloji bilgisi, Göbekli Tepe'nin önemini anlamaya yetmemiş, bugünkü
bilgilerle söz konusu yüzey araştırması sırasında gömütlük olarak tanımlanan
bulguların, üst kısımları görülen Neolitik Dönem dikilitaşları olduğunu
sonradan anlaşılmıştır.
Bu yüzey araştırmasını yapan ekip, Neolitik
Dönem'e ait Ergani Çayönü yerleşmesinde kazı yapılmasına karar vermiş ve
Göbekli Tepe binlerce yıllık ıssızlığıyla, gizemiyle tekrar baş başa
kalmıştır...
Öte yandan 80’li yıllarda
Göbeklitepe’de arazisi olan Şavak Yıldız adında ki köylü, çift sürerken bulduğu
iki heykel parçasını Şanlıurfa Müzesine getirir, ancak Müze uzmanları eserleri
o zamanlar neolitik döneme ait bu tür eserler bilinmediği için eserleri sahte olarak
tanımlarlar, ama yine de dikkatli davranarak Müze deposuna alırlar. Böylece 80’li
yıllarda Göbekli Tepe yine keşfedilmeye çok yakınken, gözlerden kaçar ve 1995
yılına kadar yine kendi sessizliğine bürünür.
Daha sonraki yıllarda Alman Arkeoloji
Enstitüsü Atatürk Barajı suları altında kalacak olan yine Neolitik Dönem'e ait
Nevali Çori kazısına yürütmüş, kısa zamanda Nevali Çori’de neolitik çağına ait
oldukça önemli bilgilere ulaşmıştır. Ancak baraj sularının yükselmesi nedeniyle
kazılar ancak kısıtlı bir alanda yapıldığından dolayı, kazı ekibinde
bulunan Klaus Schmidt, Nevali Çori kazılarının
tamamlanması sonrasında, yeni bir proje planlama düşüncesiyle, bölgede bilinen
diğer Neolitik yerleşmeleri dolaşmaya başlamış, bu çerçevede Göbekli Tepe'de yüzey araştırmaları yaparak, Nevali Çori
kazılarının verdiği tecrübeyle, geniş alanda yüzeyde görülebilen kireçtaşı
buluntuların, heykel ve dikilitaş parçaları olabileceğini kanısına vararak
Göbeklitepe’yi daha derinlikli araştırma yapma kararı almıştır.
Göbekli Tepe nin önemini 1994 yılında yaptığı
bu ziyaret sırasında keşfeden ve kitabında bunu yeniden keşif olarak anlatan
Klaus Schmidt Göbekli Tepe’den bahsederek Şanlıurfa Müzesine geldiğinde Müze
uzmanları 80’li yıllarda Müzeye getirilen iki eseri hatırlayarak bunları Klaus
Schmidt’in incelemesi için gösterirler. Böylece heykellerin gerçek ve neolitik döneme ait olduğu kesinlik
kazanır.
Göbekli Tepe ve Nevali Çori arasında ki benzerlikten yola çıkarak,
buranın Nevala Çori’nin devamı olduğu düşünülürken, kazılar ilerledikçe
Göbeklitepe’nin oldukça eski bir tarihe sahip olduğu anlaşılır.
Göbekli Tepe'nin geniş görüş mesafelerine hâkim, stratejik coğrafi
konumu, inanılmaz büyüklüğü, çok özel bir Neolitik döneme ait bir alan
olabileceği kanısına varan Dr Schmidt dünyanın en eski kült merkezine ulaşacağını
belki de o günlerde hayal bile etmiyordu. Çünkü kazı ilerledikçe "Tarih öncesi yaşam ve
uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntular” ortaya
çıkacaktı.
Prof. Dr. Klaus Schmidt
Göbeklitepe’yle ilgili şunları ifade ediyordu o günlerde: "12 binyıllık bir tarihi olan Göbekli Tepe, insanoğlunun en büyük
adımlarından biri olan Neolitik Devrim'e dair, belki de yerleşik bilgileri
sarsacak ipuçları barındırıyor. Tarihsel olarak, son avcı-toplayıcı
toplulukların yaşantısına tanıklık etmemizi sağlıyor, yerleşik yaşama geçiş
aşamasını temsil ediyor. Kazıların ortaya çıkardığı asıl şaşırtıcı gerçek ise
şu: Göbekli Tepe, son avcı-toplayıcı toplulukların inşa ettiği, görkemli bir
kült merkezi, bir tapınaklar dağı. Büyük bir değişimin arifesinde olan
avcı-toplayıcı topluluklar, bir anlamda, en azından tapınaklarıyla yerleşik
yaşama geçmişler bile. Üstelik, sandığımızdan çok daha gelişmiş ve karmaşık
sayılabilecek bir düşünsel düzeye sahiplermiş…
15 yıldır kazdığımız alan, insanlığın çok önemli bir
evresine, günümüzden 12 binyıl öncesine ışık tutuyor. Göbeklitepe tarımın
başlamasının, hayvanların evcilleştirilmesinin, ilk kurulan köylerle birlikte
yerleşik yaşama geçişin, sınıflaşmanın nüvelerinin oluşmasının; kısacası
uygarlığın ilk adımlarının atılmasının gerçekleştiği çekirdek bölgelerden biri,
belki de en önemlisi olan Bereketli Hilal/Mezopotamya topraklarında yer alıyor
olmasıdır. Yerleşmenin asıl önemi ise, son avcı-toplayıcı topluluklara dair
bilgiler barındırması, tarihsel olarak, yerleşik yaşama geçiş aşamasını temsil
etmesi. Kazıların ortaya çıkardığı şaşırtıcı gerçek ise şu: Göbekli Tepe, son
avcı-toplayıcı toplulukların inşa ettiği, son derece görkemli bir kült merkezi,
bir tapınaklar dağı. Büyük bir değişimin arifesinde olan, geçiş döneminin tüm
sancılarını yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar, bir anlamda, en azından
tapınaklarıyla yerleşik yaşama geçmiş oldukları düşünülebilinir. Üstelik,
sandığımızdan çok daha gelişmiş ve karmaşık sayılabilecek bir semboller
dünyasına ve düşünsel düzeye sahiplermiş.”
Yaklaşık 12 000 yıl öncesine, çanak-çömlekçiliğin henüz bilinmediği taş devrine
(çanak-çömleksiz neolitik çağ) ait olan Göbeklitepe kalıntılar, neolitik
dönemde yaşayan insanların mimari yeteneklerinin olduğunu, hatta dinsel tören ya
da bir tür olimpik kutlamalar için düzenli aralıklarla bir araya geldiklerini
göstermesi açısından önemlidir.
Bu yeni veriler, insanlık tarihine ilişkin önemli bir yanılgıyı da
ortaya koyuyor.
Yakın bir zamana kadar, Filistin'deki Eriha (Jericho) ile Konya'daki Çatalhöyük
yerleşim alanlarının, insanlığın uygarlık ve kültüre doğru ilk adımını attığı
zaman dilimi olan neolitik çağa geçişi temsil ettikleri sanılıyordu. Neolitik
çağda, avcı-toplayıcılardan tarımla uğraşan, hayvan yetiştiren, evler yaparak,
köyler oluşturarak yerleşik bir yaşam sürdüren çiftçiler ortaya çıkmıştı.
Bugüne kadar, çiftçiliğin yapılmasıyla birlikte başlayan yerleşik yaşamın
ekonomik ya da ekolojik nedenlerden dolayı ortaya çıktığı düşünülüyordu. O
dönemin insanları artık basit ve geçici derme çatma kulübeler değil, kalıcı ve
dayanıklı konutlar yapıyorlardı. Dolayısıyla, neolitik çağın getirdiği en
önemli değişimlerden sayılan mimarlık da yerleşik yaşamla birlikte ortaya
çıkmış olmalıydı. Ne var ki, Göbekli Tepe'de halen sürdürülen kazılar, birçok
insanın bir araya geldiği ve düzenli aralıklarla yapılan dinsel törenlerin
yerleşik yaşama geçişe neden olabileceği düşünülyor. Ayrıca Göbekli Tepe'deki
buluntular, mimarlığın avcı-toplayıcılar zamanında da var olduğunu ortaya
koyuyor.
Yaklaşık 12 bin yıl önce yapılan dev tapınağın ortaya çıkarıldığı kazı, Alman
Arkeoloji Enstitüsü (DAI) ile Urfa Müzesi'nin ortaklaşa projesi olarak 1995
yılında başlayan ve 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüne geçen
ve bu statüde devam eden çalışmalar Alman
kazıbilimci Prof.Dr. Klaus Schmidt yönetiminde yürütüldü. Hayatını kaybetmeden
bir çok sorun ve sıkıntı yaşasa da kazmaktan vazgeçmedi..Bakanlığın
engelleriyle karşılaştı, bazı sözde bilim insanların saldırılarını göğüsledi.
Ortaya çıkardığı insan başlı hayvan figürlü eser gün yüzüne çıkarıldığı gün,
yarısı daha topraktayken çalındı. Bu nedenle soruşturma geçirdi, para cezasına
çarptırıldı. Ortaya çıkan taş heykel ise sırra kadem bastı. Bu güne kadar
hiçbir yerde izine rastlanılmadı.
Schmidt'in Göbekli Tepe'de ortaya çıkardığı kazı alanının bu denli yankı
uyandırmasının nedeniyse onu yapanların avcı-toplayıcı insanlar olmaları. O
çağlarda yaşayan avcı-toplayıcı insanlar, henüz tam olarak yerleşik yaşama
geçmemişlerdi ve çanak-çömlekçiliği bilmiyorlardı. O nedenle yaşadıkları dönem
çanak-çömleksiz neolitik olarak adlandırılır. Bu dönem günümüzden 11 200 ila
8600 yıl arasını kapsar.
Daha önce Nevali Çori'de de çalışmış olan Schmidt, tümüyle çanak-çömleksiz
neolitiğe ait olan Göbekli Tepe'yle, hem çanak-çömleksiz hem de çanak-çömlekli
neolitiğe ait evreler içeren Nevali Çori arasında büyük paralellikler, hatta
kesin bir bağlantı olduğunu öne sürüyordu. Kazıbilimci, bu iki yerleşim
alanının, daha önce ortaya çıkarılan başka yerleşim yerlerinden çok farklı oldukları
ve herhangi bir karşılaştırma yapılmasının yanlış olacağı görüşündeydi...
1992 yılında Atatürk Barajı'nın suları altında kalan Nevali Çori'de, konut
benzeri yapıların ve havalandırma delikleri olan ambarların yanı sıra karmaşık
yapılı mozaik tabanları olan bir tapınak ortaya çıkartılmıştı. Yaklaşık 10 500
yıl önce yapılmış olan tapınak, üzerlerinde insan kabartmalarının yer aldığı
destekler, bir mihrap, taştan oyulmuş, yılanlardan saç örgüleri olan bir büst,
ayrıca insan-hayvan arası figürlerden kopan parçalardan oluşuyordu.
Kazıbilimciler, Göbekli Tepe'deyse, bugüne kadar çapları 20 metreye varan daire
biçimli 4 anıtsal alan ortaya
çıkardılar. Kazı yerinde bulunan sayısı 40’ı geçen T biçimli dikilitaş üzerinde
aslan, yılan, boğa, koç, tilki ve turna kabartmaları ya da bunların taşa
kazınmış figürleri yer alıyor. Tapınağı, ayrıca doğal boyutlarında, taştan
oyulmuş çeşitli yabani hayvan heykellerine ulaşıldı.
Ayrıca Nevali Çori'de bulunan bir insan heykelinin aynısı Göbekli
Tepe'de de çıkarılmış. Kazıbilimciler, şu ana değin çıkarılan kalıntılardan, bu
yerleşim alanının yaşının en az 12 000 olduğunu hesaplamışlar. Yerleşim
alanının daha da eski dönemlere ait olması yüksek bir olasılık; çünkü henüz alt
tabakalara ulaşılamadı.
Göbekli Tepe her ne kadar 1960'lı yıllardan bu yana biliniyorsa da, bölgenin
çok özel ve önemli olduğunu kazıbilimci Schmidt 1994 yılında keşfetmiş.
Kazıbilimci, Urfa yakınlarında yaptığı bir arazi çalışması sırasında yerdeki
masif, işlenmiş, bir kısmı kazılmış kireçtaşı plakalarını fark etmiş; Göbekli
Tepe'de dikkatini çeken bir başka önemli olguysa, tepenin büyük miktarlarda
işlenmiş çakmaktaşıyla dolu olmasıymış. Nevali Çori'de bulduklarını anımsayan
Schmidt, bu tepenin altında insanlık tarihine ait çok önemli kanıtların olabileceğini
düşünerek kazılara başlamıştır.
"Kazıya başlar başlamaz da
çok eski çağlara ait oldukları hemen belli olan duvarlar ve T biçimli dikilitaşlar ortaya çıkmış. Bu,
kazıbilimciler adına büyük bir başarı. Çünkü, yaklaşık 12 000 yıl sonra, taş
çağı insanlarının yaptıklarını günümüze getirmiş oluyorlardı. Kazıbilimciler
buluntulara bakarak, "ilkel" avcı-toplayıcıların yaşamı konusunda
şimdiye kadar yanıldıklarını anladılar. Artık belli ki, avcı-toplayıcılar,
yaşamlarını hiç de öyle tek düze, yalnızca karın doyurmak ve öteki yaşamsal
gereksinimlerini gidermekle geçirmiyorlardı. Birbirinden ilginç dev boyutlu
hayvan kabartmaları ve heykelleri, bu insanların yaş amında başka renkler de
olduğunu gösteriyor. Kalıntılar, paleolitik çağdan (avcılık-toplayıcılık)
neolitik çağa (tarımcılık ve hayvancılık) geç iş sırasında, insanların el
becerilerinin ve sanatsal yeteneklerinin önemli ölçüde gelişmiş olduğunu ortaya
çıkarıyor.
Arkeologlar, ayrıca, Göbekli Tepe'deki en eski yapıların dairesel biçimli, daha
yeni yapılarınsa dikdörtgen biçimli olduklarını saptamışlar. Bu yapıların
çatılarının olup olmadığı henüz bilinmiyor. Gün ışığına çıkarılan üç metre
uzunluğundaki dikilitaşlardan bazıları, çevrelerindeki duvarlardan daha alçak.
Bu da, kabartmalarla süslü bu sütunların çatılara destek amaçlı
kullanılmadıklarını gösteriyor.” Kazıbilimciler, bu dikilitaşların, bölgede
yaşayan topluluğa ya da kabileye ait totemler olabilecekleri üzerinde
duruyorlar. Demek ki o çağlarda yaşayan insanlar doğa üstü varlıklara
inanıyorlarmış.
Kazı alanında, yerleşik yaşam olduğunu kanıtlayacak odalara, yemeklerin
pişirildiği ocaklara ve topluca oturulan salonlara, hatta insan iskeletlerine
şu ana değin rastlanmadı. Oysa Nevali Çori'de yapılan kazılarda, taş çağı
insanlarının ölülerini evlerinin içine, tabanın altına gömdükleri ortaya
çıkmıştı. Göbekli Tepe de devam edilen kazılar sırasında yapıların tabanlarına
birçok alanda ulaşıldı. Ancak şu aşamada arkeologlar tabanları kazmayı bu bir
tahribat olacağı için düşünmüyorlar. Zaten bulunan tabanların bir kısmı
anakayanın açkılanması ile oluşturulmuş bu alanlarda tabanaltı gömü
beklenmiyor. Kazı alanında bulunmuş olan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş
çakmaktaşlarından, neolitik çağ insanlarının kalıcı olmasa bile, en azından
geçici bir dönem Göbekli Tepe'de yaşadıkları anlaşılıyor. Ancak bu insanların,
Büyük olasılıkla Göbekli Tepe, bölgede yaşayanlarca törensel
amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeriydi. İnsanların
orada ne kadar süre kaldıkları neler yaptıkları ve ne kadar insanın bu merkezde
bir araya geldiğiyse ileri aşamalarında ortaya çıkacak. Kazıbilimciler,
tahminlerinde bir adım daha ileri giderek, Göbekli Tepe gibi yerleşim
alanlarının belirli bir bölgeyi denetlemesi olasılığı duruyorlar. Böyle bir
merkezi yerleşim, hiyerarşik yapıdaki bir topluluğun varlığını ortaya koyuyor.
Belki de bölgede yaşayan kabile, dinsel törenleri düzenleme dışında, gündelik
yaşamla ilgili işleri de denetim altına alıyor; aletlerin üretim ve dağıtımını
düzenliyor, avcılığı denetliyor, hayvan postlarının dağıtımını üstleniyordu.
Elde edilen bulgulardan, Göbekli Tepe'deki yerleşimin aniden, yaklaşık 9500 yıl
önce sona erdiği anlaşılıyor. Schmidt, inançların değişmiş, belki de yeni
inançların ortaya çıkmış olabileceğini düşünüyordu.
Yaklaşık 8600 yıl önce başlayan çanak-çömlekli neolitik çağın
başlangıcına bakılacak olursa, o dönemdeki yerleşimlerin su ya yeraltı
kaynaklarına yakın yerlerde oldukları görülüyor. Bu dönemlerden elde edilen
kalıntılar, tarım ve hayvancılığın yaygın olduğunu gösteriyor. Çanak ve
çömlekler üzerine yapılan ve dişiliği öne çıkaran resimlerden "doğum
urganlığın" önem kazandığı anlaşılıyor.
Kazıbilimciler, toplumsal yaşantının çiftçiliğe yönelmesini genellikle aşırı
avlanmaya, iklim değişimlerine ya da nüfus patlamasına bağlıyorlar. Oysa
Schmidt, çiftçiliğe geçişi farklı açıklıyor. Ona göre, çevredeki
avcı-toplayıcıların özel törenlere katılmak üzere Göbekli Tepe gibi merkezlerde
kısa süreli de olsa düzenli aralıklarla bir araya gelmeleri, tarımla
hayvancılığın başlamasına yol açtı. Çünkü bu kadar kalabalık bir insan
topluluğunu av hayvanlarıyla doyurmak olanaksızdı.
Peki, insanların henüz çanak-çömlekçiliği bilmediği, avcı-toplayıcı olarak
yaşadığı, ancak büyük sanatsal yapıları ortaya koyabildiği bu geçiş dönemi
neden daha önce keşfedilmemişti?
Bu olgu, Batılı kazıbilimcilerin İncil'deki Kutsal Ülke'yle ilgili söylemleri
ispatlama hırslarıyla açıklanabilir. İncil'in izinden giden kazıbilimciler, dev
duvarlarıyla Eriha'yı (Jericho) keşfettiler. Ürdün'deki bu yer, üzerinde fazla
tartışılmadan insanlığın ilk büyük yerleşim alanı ilan edildi.
Kazıbilimciler, tarihöncesine ait başka yerleşim alanlarını Ürdün'de, Dicle ve
Fırat ırmaklarının verimli ovalarında aradılar ve tahminlerinde
yanılmadıklarını keşfettiler. Sonraki yıllarda, kazıbilimciler, bu iki ırmağın
çıktığı yer olan Yukarı Mezopotamya’yı keşfettiler ve buralarda önemli
buluntulara rastladılar. Böylece, "Bereketli Hilal" olarak
adlandırılan ve Filistin'deki Lübnan Dağı'ndan kuzeydeki Amanos Dağları'na
uzanan, Doğu Torosların güney eteğini izleyerek Zagros Dağları'yla güneye
kıvrılan bölge uygarlığın beşiği ilan edildi.
Tarım ve hayvancılıkla ilgili çok erken dönemlere ait buluntular,
bir neolitik devrimin gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin tezleri doğruluyordu.
Neolitik devrim, beraberinde yeni beslenme ve toplumsal yaşam biçimlerini, en
önemlisi, uygarlığın doğuşunu getirmişti.
Peki, insanlar neolitik çağdan önce nasıl yaşıyorlardı? Günlerini yalnızca
temel gereksinimlerini sağlamakla mı geçiriyorlardı? Bu sorunun yanıtını merak
eden kimi arkeologlar, 1960'lı yıllarda "Bereketli Hilal"in kenar
bölgelerini araştırmaya başladılar ve önemli bulgular elde ettiler. Zagros ile
Toros sıradağlarının eteklerinde, daha çiftçiliğe ve yerleşik yaşama geçmeden
kültürel değerlere sahip gelişmiş bir taş çağı kültürüne ait birçok yerleşim
alanını keşfettiler.
Bu kültürel değerler şu sıralar Urfa bölgesinde gün ışığına çıkıyor.
Kazıbilimciler Schmidt ve Hauptmann, başka yerlerde de Göbekli Tepe'deki
kalıntılara benzer kalıntıların bulunduğundan kuşku duymuyorlar. Gelecekte,
Türkiye'nin güney bölgelerinde, Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyinde yapılacak
kazılar bu öngörüleri doğrulayabilir. Şurası kesin ki, mimarlık yerleşik
yaşamla birlikte ortaya çıkmadı, ondan önce de vardı. Dahası, insanlığın
kültürel gelişimi (uygarlık), Akdeniz'in doğu kıyıları gibi tek bir bölgede
değil, birçok çekirdek bölgede ortaya çıktı. Bu çekirdek bölgelerden biri de, Mezopotamya.
Öyleyse, değişen yaşam biçimi toplumsal yapıyı biçimlendirmedi. Tersine, artan
bilinç düzeyi insanın var oluş biçimini etkiledi.
İşin tuhaf yönü, çanak-çömlekçiliği henüz tanımayan taş çağı insanlarının
gelişmiş kültürel bilinç düzeyi, yerleşik yaşama geçişle birlikte tümüyle yok
oluyor. Yapılan kazılar, çanak-çömleksiz neolitiğe ait yerleşimlerin çoğunun,
çanak-çömlekli neolitiğe geçişte yok olduklarını gösteriyor. Dev taş
heykelleri, değişik hayvan motifli kabartmalarıyla dinsel törenlerin yapıldığı
eski dini merkezlerin gösterişi kayboluyor, her şey sıradanlaşıyor. Kısaca,
eski tanrıların yerini başka şeyler alıyor. Öyleyse, çanak-çömleksiz neolitik
çağ bir gelişme döneminin sonu mu? Belki de tersine, çok sonraları başka bir yerde
ortaya çıkacak yeni bir dönemin habercisi oldu bu çağ; bizler henüz
aralarındaki bağlantıyı kuramadık.
Hauptmann konuya şöyle bir yorum getiriyor: "Belki de neolitik çağ
insanlarının "tanrıları", 4000 ila 3000 yıl önce Mezopotamya
uygarlığı insanlarının taptıkları tanrıların benzerleriydi. Nevali Çori ve
Göbekli Tepe'de, daha sonra Sümerlerin kültürlerinde bulacağımız bir şeylerin
ön hazırlığı oluşturuldu." O halde tanrılar tümüyle yeryüzünden
silinmiyorlar, yalnızca başkalaşım geçiriyorlar.”
*Bu yazı tarafımdan yazılmıştır. Ancak yazı bir derleme
niteliğindedir. Gerek kazı başkanı Prof Schmidt verdiği bilgiler, gerekse de
Schmidt’in Göbeklitepe yorumlarını değerlendiren Ayşegül Yılmaz Günenç’in BİLİM TEKNİK dergisinin Eylül 2000 sayısında yayınlanan
yazısından oldukça fazla alıntı yapılmış, yazıya derleme bir şekil verilmiştir.