3.Göz
Bilinen ve Bilinmeyen Göbeklitepe’nin Keşfedilme Hikayesi
Şeyhmus Çakırtaş yazdı.
Arkeoloji dünyasında bilinen ismiyle Göbeklitepe, Urfa kent merkezinin 18 kilometre
kuzeydoğusunda, Xirabreşk ya da Türkçe ismiyle Örencik Köyü sınırları içinde
bulunan ve halk arasında öteden beri Xirabe ya da Girê Miraza yani Ziyaret
olarak bilinen eski bir yaşam alanıdır. Son avcı toplayıcıların inşa ettikleri bu alan büyük devrimlerin
yaşanmasına ramak kala inşa edilen çok özel bir kült merkezidir. 1770 metre
rakımlı tepede bulunan eski harabenin asırlar öncesine ait olduğu keşfedilmeden
köylüler açısından buranın kutsiyeti olan bir ziyaretgahtı. Tepede ki harabeler
köye adını vermiş, binlerce yıllık tarihine denk bir varlık sürdürmüştür.
Burada tarım, hayvancılık ve toplayıcılıkla uğraşan köylüler farkına varmadan
atalarının izinde yol alarak binlerce yıllık kültürü bu günlere taşımıştır.
Bu gün artık dünya ölçeğinde bilinen
Göbeklitepe ya da halkın bildiği ismiyle Xirabreşk yani Kara Harabe ilk defa 1950 yıllarında Amerika’lı arkeolog Robert. J Braidvood Kuzey Mezopotamya bölgesinin güneydoğusunda
bulunan Urfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt illerinin içinde yer aldığı alanı
neolitik hayata geçişin merkezi olarak tanımlamasıyla kayıtlara geçer. Arkeolog Braidvood 1963 yılında İstanbul Üniversitesinden meslektaşı olan
Prof.Halet Çambel ile birlikte alanda yüzey çalışmaları yürütmüş ve
araştırmalar sonucu alanı arkeolojik haritada "V52 Neolitik Yerleşimi”olarak
işaretlemiş. *
Başka bir Amarikalı arkeolog olan Bruce Howe
hemen hemen aynı dönemlerde eski yaşam alanını tespit ettiğini, gömülü halde
olan çok sayıda taş gördüğünü ve buranın bir mezarlık olduğunu ileri sürdüğü
kayıtlardan anlaşılıyor. Sonra ki yıllarda yüzey araştırmalarla ilgili araştırmacı
Peter Benedict 1980 yıllarında yazdığı makalede alan ile ilgili
bilgilerden bahseder ve makalede eski
yerleşim yerinin yamaçlarının çakmaktaşlarıyla dolu olduğu, en yüksek iki
tepeciğin üstünün gömütlerle kaplı olabileceği ileri sürer. Süreç içinde
yapılan yüzey araştırmalarına rağmen, o yıllardaki arkeoloji bilgisi Karaharabe’nin
önemini anlamaya yetmemiş, araştırmalar raporlamayla kalmıştır. O dönem yüzey araştırması
yapan ekip Göbeklitepe yerine Ergani sınırları içinde yer alan, halk arasında Qota Berçem/yani tarihte
yerleşik hayata geçişin ilk örneği olan köy kalıntısı Çayönü’nde kazı yapmaya
karar verirler. Bu nedenle Karaharabe binlerce yıllık ıssızlığıyla, gizemiyle
tekrar baş başa kalır.
Uzunca
bir süre Xirabreşk çevresinde, tepede herhangi bir araştırma yapılmaz.
Xirabreşk halkının yerel ziyareti olarak varlığını sürdürür. Alan taşlık da
olsa tarım açısından verimlidir. Kuru tarım yapan arazi sahipleri burada daha
çok mercimek, arpa ve buğday yetiştirir. Binlerce yıl önce yaşayan atalarının
izinde yürüyerek, tepeye özel bir önem verirler. Eski devirlerden kanan
alan hem tarımsal verimin odağı, hem de
insanların sığındığı, derman beklediği bir ziyaret olma özelliğini sürdürür.
Takvim
yaprakları 1994 yılını
gösterdiğinde Mezopotamya sınırlarında
bir çok kazıya katılan eski çağ uzmanı ve deneyimli arkeolog Klaus
Schmidtson çalıştığı Newala Çori’de çıkan gömütlerden yola çıkarak, çevrede daha eski
neolitik yerleşimlerinin olabileceğini
düşünerek, yeniden yüzey araştırmalar yapma kararı alır. Schmidt’in amacı
Newala Çori’de ortaya çıkarılan eserlerin öncesine ulaşmak, neolitik devrim
kodlarını çözmek, eski yaşamın izlerini gün yüzüne çıkarmaktır. İşte o yıllarda
önceki kazıların deneyimi ve yapılan araştırmalar ışığında Xirabreşk Köyü
sınırları içinde yer alan harabelere yoğunlaşır ve yüzyılın arkeolojik keşfini yapar.
Karaharabe’yi arkeoloji dünyasına kazandıran Klaus Schmidt keşif öncesi Hilvan sınırları içinde bulunan
Qantere Köyü yakınlarında 8 bin yıllık geçmişi olan Newala Çori kazılarına
katılan genç bir arkeologtu. Neolitik
Çağın izleri yapılmakta olan Atatürk
Baraj suları altında kalacağından, kurtarma kazıları görev almıştı. Kazılar hızlıca sürmüş ve zamanın
azlığına karşın neolitik çağa ait oldukça önemli buluntulara ulaşılmış, yeni
bilgiler gün yüzüne çıkmıştır. Kazılar sürerken baraj suların yükselmesi nedeniyle çalışmalar sonlandırılması
yeni arayışlara neden olur.
Nevala Çori kazılarında çalışan Schmidt ortaya çıkan eserlerden yola çıkarak daha eski
çağların izlerine ulaşma amacıyla kolları sıvar ve araştırmalarına başlar.
Deneyimli bir arkeolog olan Schmidt bölgenin neolitik çağın yatağı olduğunu
biliyor, o dönemlerden kalan eserlerin toprak altında olduğu gerçekliği yeni araştırmaları kaçınılmaz buluyordu. İlk adım olarak Newala Çori
çevresinde bulunan tepe ve vadilerde araştırmalar yapmaya başlar. Höyükleri
inceler, eski yerleşim yerleri olabilecek
arazilerde yüzey çalışmaları yürütür. Engebeli ve yüksek tepelerde geçmişin izlerini
bulmaya çalışır.Yapılan çalışmaların raporlarını inceler, bölge ile ilgili
makaleleri okur. Newala Çori’nin doğusunda bulunan Urfa merkeze bağlı Xırabresk Köyü civarında yüzey
araştırmaları üzerinde çalışır,
yoğunlaşır. Nevali Çori kazılarının
verdiği tecrübeyle, alanda görülebilen çakmak taşı, mermer buluntuları, taş
parçalarının neolitik devirlerden kalma ihtimali üzerinde durur. Daha fazla
bilgiye ulaşmak için geçmişte yapılan yüzey araştırmalarını inceler. Alan hem
Nevala Çori’ye yakındır, hem de aynı jeolojik zemine sahiptir. Bu benzerliği
önemser. Özellikle zeminin yek pare kireç taşı olması, toprak yüzeyinde
yoğun çakmak taşı bulunması, çevrede
bulunan vadilerde bloklar halinde mermerin kayaçlarının çokluğu, ağırlıklı olarak burada
araştırma yapmasına neden olur. Alan hakkında bilgilerini çoğaltmak ve somutlaştırmak
için Urfa Arkeoloji Müzesinde çalışmalarını sürdürür.
Klaus müzede
eski çağlardan kalma taş eserlerden yararlanıp, bir işaret bulacağını düşünerek
müzeda daha fazla zaman geçirmeye başlar. Bu nedenle keşfine giden yolun
kilometre taşları müzede döşenmeye başlar dersem yanlış olmaz. Neolitik çağdan
kalma bazı taş eserlerin müzede olduğunu
bildiğinden, müze bahçesinde, kıyıda köşede bulunan taş eserleri inceleyerek araştırmalarına
devam eder. Müze görevlileri 1980’li yıllarda Xirabreşk Köyü sınırlarında çift süren bir
çiftçinin bulduğu heykel ve bazı taş parçalarını müzeye
getirdiğini söylediğinde heyecanı kat be kat artar. Müzeya getirilen heykeller, o yıllarda neolitik
döneme ait eserler çok bilinmediği için önemsiz bulunmuş, Şavak Yıldız adlı
köylünün bulduğu taş heykelleri geri götürmediği için depoya kaldırılmıştır. Bu
bilgi araştırmasına adeta bir katalizör etkisi yapar ve çalışmalarını
hızlandırır. Müze görevlileriyle birlikte heykeller
incelendikten sonra doğru iz üzerinde olduğunu anlar. Ancak kat edilecek çok
yol vardır. Müzede ki heykel ve taş parçaları neolitik dönemden kaldığına
neredeyse emindir ama kesin bir sonuca
varmak için alandan aldığı örneklerle
birlikte heykelleri rodyokarbon
yöntemiyle yaş tespitine gönderir. Yapılan rodyokarbon testlerin sonuçları
tahminlerini doğrular. Schmidt aradığı
yeri bulduğuna karar verir ve hiç vakit kaybetmeden alanda arkeolojik kazı için
çalıştığı Alman Arkeoloji Araştırma Enstitüsünü** bilgilendirip çalışma izni
ister. Zaten bilinen bir isim olduğu için işler kısa zamanda yoluna girer, Türkiye
Cumhuriyeti Kültür Bakanlığından da gerekli izinler alındıktan sonra 1995
yılında Göbeklitepe’yi
tarih sahnesine çıkaracak kazı serüveni resmen başlar.
Önce isim meselesi
gündemlerine gelir. Klaus genel olarak yerel halkın kullandığı ismi
kullanmaktan yanadır. Çevrede bazı köylüler kazı alanın bulunduğu tepenin
uzaktan göbek gibi durduğu ifade ettiğini duymuştur. Tam da bu noktadan, Gobek
isminden yola çıkan ekip, alana Göbeklitepe ismi vererek kayıtlara geçirerek
kazılara başlar.
Artık karaharabe ya da
Ziyaret Göbeklitepe olarak tarihe geçececektir.
İlk dönemde sıradan bir
arkeolojik kazı olarak gözden uzak, ıssız bir tepede kızgın güneş altında
çalışmalar sürer. Yüzeyde bulunan
taşların etrafı açılmaya başladığında artık keşfin kapısı aralanır. Taş devri
taş ustalarının inşa ettiği T şeklinde
taşlar ortaya çıktıkça kazı alanının çok eski çağlara ışık tutan bir yer olduğu
kesinlik kazanır.
Kazıların başlamasından
iki yıl sonra yani 1997 kendisini ziyaret ettiğimde bir çok t şeklinde taş steller ortaya çıkmış, kazının tarihlenmesi
büyük oranda tamamlanmıştı. Klaus’un o görüşmede verdiği bilgilere göre kazıda
çıkan bu anıtsal taşların M.Ö 10 binci yıllarda taş devri insanları tarafından
inşa edildiği kesindi. T Şeklinde ki taşlar alanı farklı kılıyor, akıllara
tapınak kavramını getiriyordu. Ancak Klaus Schmidt
temkinliydi. "Görevim şimdilik bu en eski kült merkezini sorunsuz kazmak ve gün
yüzüne çıkarmak. Yorum yapmak için henüz çok erken. Burası bilinen bilgileri
sarsacak ve çok daha gerilere götürecek. Henüz yolun başındayız.” diyordu.
Klaus’a kazı alanına verilen ismin nereden
esinlendiği sorduğumda şunları söylüyordu: ”Alanın aradığımız yer olduğuna kanaat
getirdikten sonra kazmaya karar verdik. O yıllarda bazı köylüler bu tepeye
çoğunlukla Gobekli diyarlardı. Başka özel bir ismini duymadık. Biz de bu isme sadık
kalarak tepe olması itibarıyla Göbeklitepe ismi tarih sahnesine çıktı. Bu isim
bize ait değildi, halkın söylemlerinden yola çıkarak bir senteze gitmiştik. ”
Göbeklitepe dikkat çekici
bir isim olsa da, tepenin yer aldığı köyün asıl adı Kürtçe
Xirabresk’tı. Kürtçe Xirabe viran ya da terk edilen yer, karaharabe anlamına
geliyordu. Alanın geneline Xırabresk, kazı yapılan yere ise Girê Miraza yani ziyaret
denildiğini hatırlattığımda "Girê
Mirazan” ismi orijinal bir isim. Keşke kazı başlamadan bu ismi duysaydık.
Alanın ruhuna da uygun düşerdi. Ancak kayıtlara ilk duyduğumuz gibi geçti.”
diyordu.
Göbeklitepe’nin bulunduğu geniş engebeli araziye Xırabreşk ya da Kara Harabe ve resmi ismi olan Örencik yakıştırmalarının bir tesadüf olmadığı,
antik dokusuna verilen isimlerde kendini var
ettiği anlaşılıyor.
Bu isimler arasında en
ilgi çeken hiç kuşkusuz alanın ruhuna denk gelen Xirabresk/Girê Miraza yani
Ziyaret ismiydi. Kazı alanı zaten çevrede ziyaret olarak biliniyordu. İnsanlar
buraya gelerek hastalıklarına şifa arar, dilek tutuyorlarmış. Zaman zaman adak
adandığı da söyleniyordu.
O yıllarda
çevre köylerde yaşayan yaşlıların anlattıklarına göre kazı yapılmadan bayağı
zaman önce tepede oldukça yaşlı bir dardağan ağacı varmış. Ağacın tepede
görünürlüğü insanları buraya çeker, bir kutsiyet kazandırır, ziyaret olarak
kabul edilirmiş. Ama ne yazık ki ağaç çevrede birilerinin rüyasına girmiş.
Rüyaya göre ağacın bulunduğu alanda hazine varmış. Bu nedenle rüyayı gören
kişi bir gece ağacı keser ve hazine için
kazı yapar. Hazinenin bulunup, bulunmadı karanlıkta kalır. O günden sonra tepe
ise ağaçsız kalmış. Ta ki bir süre sonra çıplak kalan tepeye yeniden bir ağaç
dikilene kadar bu durum sürmüş. Ağacın kesilmesinin uğursuzluk getireceği
yaşlılarca ifade edilmiş ve böylelikle tepeye bir dut ağacı dikilmiş. Bu ağaç
boy vermeye başlayınca özellikle çocuğu olmayan kadınların ziyaretleri yeniden artmış. Biraz büyüyen
ağaca dilek için bez bağlanır, zaman zaman adaklar kesilmeye başlanır. İlginç
olan çevre köylerde bulunan bir çok tepede halen dardağan ağaçlarının bulunması
ve buraların ziyaret olarak kabul edilmesi. Dardağan ağacı hem uzun yaşayan,
hem de Kürtlerde kutsiyet bahşedilen bir ağaç. Yer belirlemede en eski
zamanlardan beridir kullanılan bir argüman. Mezopotamya genelinde dardağan
ağacının kesilmesi kesinlikle hoş karşılanmaz, günah kabul edilir. Bu inanç günümüzde
hala sürerken, bazı tepelerde oldukça yaşlı dardağan ağaçların bulunması bu
yaklaşımla alakalı olduğu kuvvetle muhtemel.
Anlatımlara göre hastalar buraya gelerek şifa arar,
adaklar adar ve ağır kötürüm hastalar geceyi tepede geçirir. Ve her gece tepede
bulunan taşlar arasından beyaz bir yılan çıkar, ortalıkta dolaştıktan sonra bir
nöbetçi edasıyla tekrar inine geri döner. Tepede yılan metaforu kazılarda
ortaya çıkarılan taşlar üzerinde de oldukça çokça resmedilmesi ilginç olan
başka bir yön olur. Buraya gelenler yılanın ziyaret bekçisi olduğuna inanır. Bu
inanç yıllarca sürer, ıssız tepe zaman zaman ziyaretçilerini ağırlar. Kazı
yapıldıktan sonra buranın ziyaret profili değişir ama işlevi değişmez. Bütün dinlerden, etnik yapılardan,
kültürlerden insanlar burayı görmek amacıyla gelse de ağacın dallarına dilekte
bulunarak bez bağlama devam eder. Uzaklardan gelenlerin ağacın etrafında zaman
zaman ayin yaptıkları da görülür. Bin yılların eski çağ ziyareti artık dünyaya
mal olmuş bir dilek tepesine döner. Yani Göbeklitepe belki de 12 bin yıldan
fazla bir süredir aynı amaca hizmet ettiği görülür. Bir mabet demek belki
kavram olarak tam karşılamayabilir. O dönemin ruhuna uygun bir buluşma yeri,
ritüel merkezi, belki de üremenin kutsandığı sıra dışı bir yer.
Kazılar başladıktan sonra
gün yüzüne çıkarılan gömütlerde Göbeklitepe’nin
Nevala Çori’den daha eski bir tarihe, en az 4 bin yıl daha gerilere gittiği
anlaşılır. Göbeklitepe'nin geniş görüş mesafelerine hâkim, stratejik coğrafi
konumu, inanılmaz büyüklüğü, alanın çok özel bir Neolitik döneme ait
olabileceği kanısına varan Schmidt dünyanın en eski kült merkezine ulaşacağını
o günlerde belki de hayal etmiyordu. Ama Göbeklitepe’nin eski dünyanın önemli
bir alanı olduğunu tahmin ettiği kesindi. Kazı ilerledikçe "Tarih öncesi yaşam ve
uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntular” ortaya
çıkacak, sarsıcı bilgilere ulaşılacaktı. Yarım asır öncesine kadar tarihin Sümer’le
başlanıldığı düşünülürken, ortaya çıkarılan Kült Merkezinin 12 bin yıl öncesinde
inşa edildiği anlaşıldığında tarih anlayışı da kendiliğinden değişecekti. Tarih
öncesi devirler olarak adlandırılan zaman dilimi artık daha somut verilerle
yorumlamaya elverişli hale geliyordu, en eski kült merkezi sayesinde. Yazının
bulunduğu M.Ö 3 bininci yıllar tarihin başlangıcı kabul ediliyordu genel
olarak, öncesi ise karanlık dönem olarak biliniyordu. Oysa ortaya çıkarılan
Göbeklitepe "Tarih Sümer’le başlar" tezini
yerle bir eder. Tarihsel süreç çok daha gerilere giderek başlangıcı artık Sümer
değil, çok daha gerilere, neolitik topluma kadar uzanır. Bu kazılar arkeoloji
dünyası açısından bir devrim niteliğindeydi. Yazının bulunması önemli bir
başlangıçtır ama tarih artık çok daha gerilerden ses vermekteydi.
Göbeklitepe’de
ortaya çıkarılan taş yapılar hem tarihsel süreci 7 bin yıl daha gerilere hem
de karanlık devirlere olan bakış açısını
değiştirir. Yeni düşünceler, yeni arayışlar ve inşa edilen kült merkezlerinin
öncesi tartışılmaya başlanır. Göbeklitepe inşa edildiğinde yazı yoktu, devlet
kavramı ortaya çıkmamıştı ve en önemlisi avcı toplayıcı toplumlar tarihsel
süreç içerisinde olmasına rağmen az biliniyordu. Göbeklitepe gibi devasa
yapıların yapılması, inşasının yıllarca sürmesi akıllara bir çok soru
getiriyor, neolitik dönemin bilinenden daha farklı bir zaman olduğu düşünülmeye
başlanılıyordu. Göbeklitepe’nin keşfi bütün bunlara yeni yaklaşımlar getirir. Tarım devrimin henüz yaşanmadığı, yerleşik düzene geçilmediği
düşünülen bir dönemde neolitik çağın taş
ustaları etkisi asırlar sonra ortaya çıkacak eserlerle yerleşik hayata ve tarım
devrimine geçişi hızlandırdıkları anlaşılıyordu.. Karanlık dönemlerde dikilen taşlar, gerçek boyutlu heykeller, anıtsal stellere işlenen yüksek
kabartmalar o dönemin zihin dünyası hakkında önemli bilgileri yansıtıyordu.
Kazı alanında yerleşik hayatla ilgili izler bulunmasa da bilinen bilgilerin
dışında bir hayat sürdürüldüğü anlaşılıyordu. Karanlık dönem olarak bildiğimiz
zaman diliminde insan toplulukların yaşam tarzları ve ortaya koydukları eserler insan zihnini bulandıracak türdendi.
Gerek olağanüstü taş anıtların dikilirken kullanılan mühendislik hesaplamaları,
gerekse de taşlara işlenen yüksek kabartmaların hiç kuşkusuz kusursuz olduğu
ortaya çıkıyordu.
Göbeklitepe ve benzer alanda ortaya çıkan buluntular, hem tarihin en
gizemli kapılarını aralıyor, hem de insanlığın geçmişine güçlü bir ışık tutuyor.12 bin yıl
önce yani neolitik dönemde inşa edilen
bu sıra dışı kült merkezinin gizemi henüz çözülmese de tarihsel sürecini
değerlendirme imkânı var artık. Henüz çok bilinmeyeli bir denklemle karşı
karşıya olunsa da eserler adeta binlerce yıl öncesinin ışığını günümüze
taşıyor. Bu alanlarda vurulan her kazma yeni keşiflerin kapısını aralıyor,
tarihin karanlık perdesinde gedik açıyor.. Yazı yazıldığında resmi olmasa da
tarih şeridinin 15 bin yıl öncesine kadar gidildiği konuşulmaya başlanılıyordu.
Göbeklitepe kazılarında
bulunan dikili taş ve heykellerde yoğun olarak o dönemin yaban hayvanları
tasvir edilmiş olduğu görülüyor. Henüz çanak çömlek ve herhangi bir "maden”
insan hayatına girmediği bir dönemde oldukça ustalık gerektiren bu heykel ve
yüksek taş kabartmalar, çelikten kat be kat daha sert, dayanıklı, keskin olan
obsidyenin taşlarıyla yapıldığını araştırmacılar tarafından ileri sürülüyor,
tahmin ediliyor. Çakmak ya da obsidyen taşı o dönemin en önemli madenleridir. Taş
devri ustalarının yaşadığı zamana göre oldukça yetenekli oldukları açıkça görülüyor.
Zihin dünyaları bu günkü mühendisleri kıskandıracak kadar gelişkin olduğunu
söylemek çok abes olmaz diye düşünüyorum. Tanlarca ağırlıkta olan taşları belli
bir nizama göre dikmek, düşmeden asırlarca ayakta kalmasını sağlamak hiç de
kolay bir iş olmasa gerek. Çünkü Göbeklitepe ya da o dönemlere ait yapılar incelendiğinde bir sistem
çerçevesinde inşa edildikleri anlaşılıyor. Yuvarlak düzenin içine yerleştirilen
taş steller, ritüel için uygun alanı çağrıştırdığı söylemek mümkün. Statik
bilgisi olmasa bile mühendislik gerektiren yapıların yapımında onlarca,
yüzlerce usta çalıştı. Bir varsayım olsa da akla uygun olan kocaman taş bloklar
ağaç klaslar üzerinde yürütülerek alana getirildiler ve büyük bir titizlikle taş
zemine yerleştirildiler. Bu taş anıtlar klanları temsil etmiş olsa bile
yuvarlak düzen içinde dikilen taşlar
belli bir amaca uygun dikildiğini düşünmek mümkün. Ayrıca kült merkezinde eril
düşüncenin artık belirgin olarak öne çıktığı, heykellerde erkeklik gücünün
somutlaştığını söylemek çok yanlış olmayacak.
Bu sıra dışı kült
merkezinin neden yapıldığına gelince, hiçbir zaman bu soruya gerçek anlamda bir
cevap verilemeyecek. Her şey binlerce yıllık karanlık tünelin derinliklerinde
saklı kalacak. O dönemde yazının olmaması, Göbeklitepe zamanını anlamayı zorlaştırıyor, gizemini
artırıyor. Bu dönemlere ilk semboller çağı demek belki mümkün, yazı yok ama taşlara kazınmış müthiş
semboller var, sembollere yüklenen anlamlar var. Ortada insanın zihnini zorlayan,
merakını uyandıran bir yüzlerce soru var. Bunca taş neden dikildi ve üzerinde
ki semboller neyi ifade etti? Bu durum aslında Göbeklitepe ve neolitik tepeler
için bir motor görevi görüyor. Bir anlamıyla buraları canlı tutup, gündemde
kalmasını sağlıyor.
Göbeklitepe’de kazılar
sürdükçe yeni gömütler ortaya çıkıyor ve keşif hakkında arkeoloji dünyasında
tartışma, araştırma giderek genişliyor. Söz konusu tarih şeridinin bilinenden
çok daha gerilere 15 bin yıl öncesine gitmesi olunca doğal olarak dikkatler
Göbeklitepe üzerinde yoğunlaşıyor. . Devam edecek.