3.Göz

02-11-2023 01:39
3.Göz

Bilinen ve Bilinmeyen Göbeklitepe’nin Keşfedilme Hikayesi

 

Şeyhmus Çakırtaş yazdı.

 

 

Arkeoloji dünyasında bilinen ismiyle Göbeklitepe, Urfa kent merkezinin 18 kilometre kuzeydoğusunda, Xirabreşk ya da Türkçe ismiyle Örencik Köyü sınırları içinde bulunan ve halk arasında öteden beri Xirabe ya da Girê Miraza yani Ziyaret olarak bilinen eski bir yaşam alanıdır. Son avcı toplayıcıların inşa ettikleri bu alan büyük devrimlerin yaşanmasına ramak kala inşa edilen çok özel bir kült merkezidir. 1770 metre rakımlı tepede bulunan eski harabenin asırlar öncesine ait olduğu keşfedilmeden köylüler açısından buranın kutsiyeti olan bir ziyaretgahtı. Tepede ki harabeler köye adını vermiş, binlerce yıllık tarihine denk bir varlık sürdürmüştür. Burada tarım, hayvancılık ve toplayıcılıkla uğraşan köylüler farkına varmadan atalarının izinde yol alarak binlerce yıllık kültürü bu günlere taşımıştır.

Bu gün artık dünya ölçeğinde bilinen Göbeklitepe ya da halkın bildiği ismiyle Xirabreşk yani Kara Harabe ilk  defa 1950 yıllarında  Amerika’lı arkeolog Robert. J Braidvood  Kuzey Mezopotamya bölgesinin güneydoğusunda bulunan Urfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt illerinin içinde yer aldığı alanı neolitik hayata geçişin merkezi olarak tanımlamasıyla kayıtlara geçer.  Arkeolog Braidvood  1963 yılında  İstanbul Üniversitesinden meslektaşı olan Prof.Halet Çambel ile birlikte alanda yüzey çalışmaları yürütmüş ve araştırmalar sonucu alanı arkeolojik haritada "V52 Neolitik Yerleşimi”olarak işaretlemiş. *

Başka bir Amarikalı arkeolog olan Bruce Howe hemen hemen aynı dönemlerde eski yaşam alanını tespit ettiğini, gömülü halde olan çok sayıda taş gördüğünü ve buranın bir mezarlık olduğunu ileri sürdüğü kayıtlardan anlaşılıyor. Sonra ki yıllarda yüzey araştırmalarla ilgili araştırmacı Peter Benedict  1980 yıllarında  yazdığı makalede alan ile ilgili bilgilerden  bahseder ve makalede eski yerleşim yerinin yamaçlarının çakmaktaşlarıyla dolu olduğu, en yüksek iki tepeciğin üstünün gömütlerle kaplı olabileceği ileri sürer. Süreç içinde yapılan yüzey araştırmalarına rağmen,  o  yıllardaki arkeoloji bilgisi Karaharabe’nin önemini anlamaya yetmemiş, araştırmalar raporlamayla kalmıştır.  O dönem yüzey araştırması yapan ekip Göbeklitepe  yerine   Ergani sınırları içinde yer alan,  halk arasında Qota Berçem/yani tarihte yerleşik hayata geçişin ilk örneği olan köy kalıntısı Çayönü’nde kazı yapmaya karar verirler. Bu nedenle Karaharabe binlerce yıllık ıssızlığıyla, gizemiyle tekrar baş başa kalır.

Uzunca bir süre Xirabreşk çevresinde, tepede herhangi bir araştırma yapılmaz. Xirabreşk halkının yerel ziyareti olarak varlığını sürdürür. Alan taşlık da olsa tarım açısından verimlidir. Kuru tarım yapan arazi sahipleri burada daha çok mercimek, arpa ve buğday yetiştirir. Binlerce yıl önce yaşayan atalarının izinde yürüyerek, tepeye özel bir önem verirler. Eski devirlerden kanan alan  hem tarımsal verimin odağı, hem de insanların sığındığı, derman beklediği bir ziyaret olma özelliğini sürdürür.

Takvim yaprakları 1994 yılını gösterdiğinde  Mezopotamya sınırlarında bir çok kazıya katılan eski çağ uzmanı ve deneyimli arkeolog Klaus Schmidtson çalıştığı Newala Çori’de çıkan gömütlerden yola çıkarak, çevrede daha eski neolitik yerleşimlerinin  olabileceğini düşünerek, yeniden yüzey araştırmalar yapma kararı alır.  Schmidt’in amacı Newala Çori’de ortaya çıkarılan eserlerin öncesine ulaşmak, neolitik devrim kodlarını çözmek, eski yaşamın izlerini gün yüzüne çıkarmaktır. İşte o yıllarda önceki kazıların deneyimi ve yapılan araştırmalar ışığında Xirabreşk Köyü sınırları içinde yer alan harabelere yoğunlaşır ve yüzyılın arkeolojik keşfini yapar.

Karaharabe’yi arkeoloji dünyasına kazandıran Klaus Schmidt  keşif öncesi Hilvan sınırları içinde bulunan Qantere Köyü yakınlarında 8 bin yıllık geçmişi olan Newala Çori kazılarına katılan genç bir arkeologtu.  Neolitik Çağın izleri yapılmakta olan  Atatürk Baraj suları altında kalacağından, kurtarma kazıları görev almıştı. Kazılar hızlıca sürmüş ve zamanın azlığına karşın neolitik çağa ait oldukça önemli buluntulara ulaşılmış, yeni bilgiler gün yüzüne çıkmıştır. Kazılar sürerken baraj suların yükselmesi nedeniyle çalışmalar sonlandırılması yeni arayışlara neden olur.

Nevala Çori kazılarında çalışan Schmidt  ortaya çıkan eserlerden yola çıkarak daha eski çağların izlerine ulaşma amacıyla kolları sıvar ve araştırmalarına başlar. Deneyimli bir arkeolog olan Schmidt bölgenin neolitik çağın yatağı olduğunu biliyor, o dönemlerden kalan eserlerin toprak altında olduğu gerçekliği yeni  araştırmaları kaçınılmaz  buluyordu. İlk adım olarak Newala Çori çevresinde bulunan tepe ve vadilerde araştırmalar yapmaya başlar. Höyükleri inceler, eski yerleşim yerleri olabilecek arazilerde yüzey çalışmaları yürütür.  Engebeli ve yüksek tepelerde geçmişin izlerini bulmaya çalışır.Yapılan çalışmaların raporlarını inceler, bölge ile ilgili makaleleri okur. Newala Çori’nin doğusunda bulunan Urfa merkeze bağlı  Xırabresk Köyü civarında yüzey araştırmaları  üzerinde çalışır, yoğunlaşır.  Nevali Çori kazılarının verdiği tecrübeyle, alanda  görülebilen  çakmak taşı, mermer buluntuları, taş parçalarının neolitik devirlerden kalma ihtimali üzerinde durur. Daha fazla bilgiye ulaşmak için geçmişte yapılan yüzey araştırmalarını inceler. Alan hem Nevala Çori’ye yakındır, hem de aynı jeolojik zemine sahiptir. Bu benzerliği önemser. Özellikle zeminin yek pare kireç taşı olması, toprak yüzeyinde yoğun  çakmak taşı bulunması, çevrede bulunan vadilerde bloklar halinde mermerin  kayaçlarının çokluğu, ağırlıklı olarak burada araştırma yapmasına neden olur. Alan hakkında bilgilerini çoğaltmak ve somutlaştırmak için Urfa Arkeoloji Müzesinde çalışmalarını sürdürür.

Klaus müzede eski çağlardan kalma taş eserlerden yararlanıp, bir işaret bulacağını düşünerek müzeda daha fazla zaman geçirmeye başlar. Bu nedenle keşfine giden yolun kilometre taşları müzede döşenmeye başlar dersem yanlış olmaz. Neolitik çağdan kalma bazı taş eserlerin müzede  olduğunu bildiğinden, müze bahçesinde, kıyıda köşede bulunan taş eserleri inceleyerek araştırmalarına devam eder. Müze görevlileri 1980’li yıllarda Xirabreşk  Köyü sınırlarında çift süren bir çiftçinin  bulduğu  heykel ve bazı taş parçalarını müzeye getirdiğini söylediğinde heyecanı kat be kat artar.  Müzeya getirilen heykeller, o yıllarda neolitik döneme ait eserler çok bilinmediği için önemsiz bulunmuş, Şavak Yıldız adlı köylünün bulduğu taş heykelleri geri götürmediği için depoya kaldırılmıştır. Bu bilgi araştırmasına adeta bir katalizör etkisi yapar ve çalışmalarını hızlandırır. Müze görevlileriyle birlikte heykeller incelendikten sonra doğru iz üzerinde olduğunu anlar. Ancak kat edilecek çok yol vardır. Müzede ki heykel ve taş parçaları neolitik dönemden kaldığına neredeyse emindir ama  kesin bir sonuca varmak için alandan  aldığı örneklerle birlikte  heykelleri rodyokarbon yöntemiyle yaş tespitine gönderir. Yapılan rodyokarbon testlerin sonuçları tahminlerini doğrular.  Schmidt aradığı yeri bulduğuna karar verir ve hiç vakit kaybetmeden alanda arkeolojik kazı için çalıştığı Alman Arkeoloji Araştırma Enstitüsünü** bilgilendirip çalışma izni ister. Zaten bilinen bir isim olduğu için işler kısa zamanda yoluna girer, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığından da gerekli izinler alındıktan sonra 1995 yılında Göbeklitepe’yi tarih sahnesine çıkaracak kazı serüveni resmen başlar.

 

Önce isim meselesi gündemlerine gelir. Klaus genel olarak yerel halkın kullandığı ismi kullanmaktan yanadır. Çevrede bazı köylüler kazı alanın bulunduğu tepenin uzaktan göbek gibi durduğu ifade ettiğini duymuştur. Tam da bu noktadan, Gobek isminden yola çıkan ekip, alana Göbeklitepe ismi vererek kayıtlara geçirerek kazılara başlar.

Artık karaharabe ya da Ziyaret Göbeklitepe olarak tarihe geçececektir.

İlk dönemde sıradan bir arkeolojik kazı olarak gözden uzak, ıssız bir tepede kızgın güneş altında çalışmalar  sürer. Yüzeyde bulunan taşların etrafı açılmaya başladığında artık keşfin kapısı aralanır. Taş devri taş ustalarının inşa ettiği  T şeklinde taşlar ortaya çıktıkça kazı alanının çok eski çağlara ışık tutan bir yer olduğu kesinlik kazanır.

Kazıların başlamasından iki yıl sonra yani 1997 kendisini ziyaret ettiğimde  bir çok t şeklinde taş  steller ortaya çıkmış, kazının tarihlenmesi büyük oranda tamamlanmıştı. Klaus’un o görüşmede verdiği bilgilere göre kazıda çıkan bu anıtsal taşların M.Ö 10 binci yıllarda taş devri insanları tarafından inşa edildiği kesindi. T Şeklinde ki taşlar alanı farklı kılıyor, akıllara tapınak kavramını getiriyordu. Ancak Klaus Schmidt temkinliydi. "Görevim şimdilik bu en eski kült merkezini sorunsuz kazmak ve gün yüzüne çıkarmak. Yorum yapmak için henüz çok erken. Burası bilinen bilgileri sarsacak ve çok daha gerilere götürecek. Henüz yolun başındayız.” diyordu.

Klaus’a  kazı alanına verilen ismin nereden esinlendiği sorduğumda şunları söylüyordu: ”Alanın aradığımız yer olduğuna kanaat getirdikten sonra kazmaya karar verdik. O yıllarda bazı köylüler bu tepeye çoğunlukla Gobekli diyarlardı. Başka özel bir ismini duymadık. Biz de bu isme sadık kalarak tepe olması itibarıyla Göbeklitepe ismi tarih sahnesine çıktı. Bu isim bize ait değildi, halkın söylemlerinden yola çıkarak bir senteze gitmiştik. ”

Göbeklitepe dikkat çekici bir isim olsa da, tepenin yer aldığı köyün asıl adı Kürtçe Xirabresk’tı. Kürtçe Xirabe viran ya da terk edilen yer, karaharabe anlamına geliyordu. Alanın geneline Xırabresk, kazı yapılan yere ise Girê Miraza yani ziyaret denildiğini hatırlattığımda  "Girê Mirazan” ismi orijinal bir isim. Keşke kazı başlamadan bu ismi duysaydık. Alanın ruhuna da uygun düşerdi. Ancak kayıtlara ilk duyduğumuz gibi geçti.” diyordu.

Göbeklitepe’nin bulunduğu geniş engebeli araziye Xırabreşk ya da Kara Harabe ve  resmi ismi olan Örencik yakıştırmalarının bir tesadüf olmadığı,

  antik dokusuna verilen isimlerde kendini var ettiği anlaşılıyor.

Bu isimler arasında en ilgi çeken hiç kuşkusuz alanın ruhuna denk gelen Xirabresk/Girê Miraza yani Ziyaret ismiydi. Kazı alanı zaten çevrede ziyaret olarak biliniyordu. İnsanlar buraya gelerek hastalıklarına şifa arar, dilek tutuyorlarmış. Zaman zaman adak adandığı da söyleniyordu.

O yıllarda çevre köylerde yaşayan yaşlıların anlattıklarına göre kazı yapılmadan bayağı zaman önce tepede oldukça yaşlı bir dardağan ağacı varmış. Ağacın tepede görünürlüğü insanları buraya çeker, bir kutsiyet kazandırır, ziyaret olarak kabul edilirmiş. Ama ne yazık ki ağaç çevrede birilerinin rüyasına girmiş. Rüyaya göre ağacın bulunduğu alanda hazine varmış. Bu nedenle rüyayı gören kişi  bir gece ağacı keser ve hazine için kazı yapar. Hazinenin bulunup, bulunmadı karanlıkta kalır. O günden sonra tepe ise ağaçsız kalmış. Ta ki bir süre sonra çıplak kalan tepeye yeniden bir ağaç dikilene kadar bu durum sürmüş. Ağacın kesilmesinin uğursuzluk getireceği yaşlılarca ifade edilmiş ve böylelikle tepeye bir dut ağacı dikilmiş. Bu ağaç boy vermeye başlayınca özellikle çocuğu olmayan kadınların  ziyaretleri yeniden artmış. Biraz büyüyen ağaca dilek için bez bağlanır, zaman zaman adaklar kesilmeye başlanır. İlginç olan çevre köylerde bulunan bir çok tepede halen dardağan ağaçlarının bulunması ve buraların ziyaret olarak kabul edilmesi. Dardağan ağacı hem uzun yaşayan, hem de Kürtlerde kutsiyet bahşedilen bir ağaç. Yer belirlemede en eski zamanlardan beridir kullanılan bir argüman. Mezopotamya genelinde dardağan ağacının kesilmesi kesinlikle hoş karşılanmaz, günah kabul edilir. Bu inanç günümüzde hala sürerken, bazı tepelerde oldukça yaşlı dardağan ağaçların bulunması bu yaklaşımla alakalı olduğu kuvvetle muhtemel.

Anlatımlara  göre hastalar buraya gelerek şifa arar, adaklar adar ve ağır kötürüm hastalar geceyi tepede geçirir. Ve her gece tepede bulunan taşlar arasından beyaz bir yılan çıkar, ortalıkta dolaştıktan sonra bir nöbetçi edasıyla tekrar inine geri döner. Tepede yılan metaforu kazılarda ortaya çıkarılan taşlar üzerinde de oldukça çokça resmedilmesi ilginç olan başka bir yön olur. Buraya gelenler yılanın ziyaret bekçisi olduğuna inanır. Bu inanç yıllarca sürer, ıssız tepe zaman zaman ziyaretçilerini ağırlar. Kazı yapıldıktan sonra buranın ziyaret profili değişir ama işlevi değişmez. Bütün dinlerden, etnik yapılardan, kültürlerden insanlar burayı görmek amacıyla gelse de ağacın dallarına dilekte bulunarak bez bağlama devam eder. Uzaklardan gelenlerin ağacın etrafında zaman zaman ayin yaptıkları da görülür. Bin yılların eski çağ ziyareti artık dünyaya mal olmuş bir dilek tepesine döner. Yani Göbeklitepe belki de 12 bin yıldan fazla bir süredir aynı amaca hizmet ettiği görülür. Bir mabet demek belki kavram olarak tam karşılamayabilir. O dönemin ruhuna uygun bir buluşma yeri, ritüel merkezi, belki de üremenin kutsandığı sıra dışı bir yer.

Kazılar  başladıktan sonra gün yüzüne çıkarılan  gömütlerde Göbeklitepe’nin Nevala Çori’den daha eski bir tarihe, en az 4 bin yıl daha gerilere gittiği anlaşılır. Göbeklitepe'nin geniş görüş mesafelerine hâkim, stratejik coğrafi konumu, inanılmaz büyüklüğü, alanın çok özel bir Neolitik döneme ait olabileceği kanısına varan Schmidt dünyanın en eski kült merkezine ulaşacağını o günlerde belki de hayal etmiyordu. Ama Göbeklitepe’nin eski dünyanın önemli bir alanı olduğunu tahmin ettiği kesindi. Kazı ilerledikçe  "Tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntular” ortaya çıkacak, sarsıcı bilgilere ulaşılacaktı. Yarım asır öncesine kadar tarihin Sümer’le başlanıldığı düşünülürken, ortaya çıkarılan Kült Merkezinin 12 bin yıl öncesinde inşa edildiği anlaşıldığında tarih anlayışı da kendiliğinden değişecekti. Tarih öncesi devirler olarak adlandırılan zaman dilimi artık daha somut verilerle yorumlamaya elverişli hale geliyordu, en eski kült merkezi sayesinde. Yazının bulunduğu M.Ö 3 bininci yıllar tarihin başlangıcı kabul ediliyordu genel olarak, öncesi ise karanlık dönem olarak biliniyordu. Oysa ortaya çıkarılan Göbeklitepe   "Tarih Sümer’le başlar" tezini yerle bir eder. Tarihsel süreç çok daha gerilere giderek başlangıcı artık Sümer değil, çok daha gerilere, neolitik topluma kadar uzanır. Bu kazılar arkeoloji dünyası açısından bir devrim niteliğindeydi. Yazının bulunması önemli  bir başlangıçtır ama tarih artık çok daha gerilerden ses vermekteydi.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan taş yapılar hem tarihsel süreci 7 bin yıl daha gerilere hem de  karanlık devirlere olan bakış açısını değiştirir. Yeni düşünceler, yeni arayışlar ve inşa edilen kült merkezlerinin öncesi tartışılmaya başlanır. Göbeklitepe inşa edildiğinde yazı yoktu, devlet kavramı ortaya çıkmamıştı ve en önemlisi avcı toplayıcı toplumlar tarihsel süreç içerisinde olmasına rağmen az biliniyordu. Göbeklitepe gibi devasa yapıların yapılması, inşasının yıllarca sürmesi akıllara bir çok soru getiriyor, neolitik dönemin bilinenden daha farklı bir zaman olduğu düşünülmeye başlanılıyordu. Göbeklitepe’nin keşfi bütün bunlara yeni yaklaşımlar getirir. Tarım devrimin henüz yaşanmadığı, yerleşik düzene geçilmediği düşünülen  bir dönemde neolitik çağın taş ustaları etkisi asırlar sonra ortaya çıkacak eserlerle yerleşik hayata ve tarım devrimine geçişi hızlandırdıkları anlaşılıyordu.. Karanlık  dönemlerde dikilen taşlar, gerçek boyutlu  heykeller, anıtsal stellere işlenen yüksek kabartmalar o dönemin zihin dünyası hakkında önemli bilgileri yansıtıyordu. Kazı alanında yerleşik hayatla ilgili izler bulunmasa da bilinen bilgilerin dışında bir hayat sürdürüldüğü anlaşılıyordu. Karanlık dönem olarak bildiğimiz zaman diliminde insan toplulukların yaşam tarzları ve ortaya koydukları eserler insan zihnini bulandıracak türdendi. Gerek olağanüstü taş anıtların dikilirken kullanılan mühendislik hesaplamaları, gerekse de taşlara işlenen yüksek kabartmaların hiç kuşkusuz kusursuz olduğu ortaya çıkıyordu.

Göbeklitepe ve benzer alanda ortaya çıkan buluntular, hem tarihin en gizemli kapılarını aralıyor, hem de insanlığın geçmişine güçlü bir ışık tutuyor.12 bin yıl önce yani  neolitik dönemde inşa edilen bu sıra dışı kült merkezinin gizemi henüz çözülmese de tarihsel sürecini değerlendirme imkânı var artık. Henüz çok bilinmeyeli bir denklemle karşı karşıya olunsa da eserler adeta binlerce yıl öncesinin ışığını günümüze taşıyor. Bu alanlarda vurulan her kazma yeni keşiflerin kapısını aralıyor, tarihin karanlık perdesinde gedik açıyor.. Yazı yazıldığında resmi olmasa da tarih şeridinin 15 bin yıl öncesine kadar gidildiği konuşulmaya başlanılıyordu.

 

Göbeklitepe kazılarında bulunan dikili taş ve heykellerde yoğun olarak o dönemin yaban hayvanları tasvir edilmiş olduğu görülüyor. Henüz çanak çömlek ve herhangi bir "maden” insan hayatına girmediği bir dönemde oldukça ustalık gerektiren bu heykel ve yüksek taş kabartmalar, çelikten kat be kat daha sert, dayanıklı, keskin olan obsidyenin taşlarıyla yapıldığını araştırmacılar tarafından ileri sürülüyor, tahmin ediliyor. Çakmak ya da obsidyen taşı o dönemin en önemli madenleridir. Taş devri ustalarının yaşadığı zamana  göre  oldukça yetenekli oldukları açıkça görülüyor. Zihin dünyaları bu günkü mühendisleri kıskandıracak kadar gelişkin olduğunu söylemek çok abes olmaz diye düşünüyorum. Tanlarca ağırlıkta olan taşları belli bir nizama göre dikmek, düşmeden asırlarca ayakta kalmasını sağlamak hiç de kolay bir iş olmasa gerek. Çünkü Göbeklitepe ya da o dönemlere ait  yapılar incelendiğinde bir sistem çerçevesinde inşa edildikleri anlaşılıyor. Yuvarlak düzenin içine yerleştirilen taş steller, ritüel için uygun alanı çağrıştırdığı söylemek mümkün. Statik bilgisi olmasa bile mühendislik gerektiren yapıların yapımında onlarca, yüzlerce usta çalıştı. Bir varsayım olsa da akla uygun olan kocaman taş bloklar ağaç klaslar üzerinde yürütülerek alana getirildiler ve büyük bir titizlikle taş zemine yerleştirildiler. Bu taş anıtlar klanları temsil etmiş olsa bile yuvarlak düzen  içinde dikilen taşlar belli bir amaca uygun dikildiğini düşünmek mümkün. Ayrıca kült merkezinde eril düşüncenin artık belirgin olarak öne çıktığı, heykellerde erkeklik gücünün somutlaştığını söylemek çok yanlış olmayacak.

Bu sıra dışı kült merkezinin neden yapıldığına gelince, hiçbir zaman bu soruya gerçek anlamda bir cevap verilemeyecek. Her şey binlerce yıllık karanlık tünelin derinliklerinde saklı kalacak. O dönemde yazının olmaması, Göbeklitepe zamanını anlamayı zorlaştırıyor, gizemini artırıyor. Bu dönemlere ilk semboller çağı demek belki mümkün,  yazı yok ama taşlara kazınmış müthiş semboller var, sembollere yüklenen anlamlar var. Ortada insanın zihnini zorlayan, merakını uyandıran bir yüzlerce soru var. Bunca taş neden dikildi ve üzerinde ki semboller neyi ifade etti? Bu durum aslında Göbeklitepe ve neolitik tepeler için bir motor görevi görüyor. Bir anlamıyla buraları canlı tutup, gündemde kalmasını sağlıyor.

Göbeklitepe’de kazılar sürdükçe yeni gömütler ortaya çıkıyor ve keşif hakkında arkeoloji dünyasında tartışma, araştırma giderek genişliyor. Söz konusu tarih şeridinin bilinenden çok daha gerilere 15 bin yıl öncesine gitmesi olunca doğal olarak dikkatler Göbeklitepe üzerinde yoğunlaşıyor. . Devam edecek.

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.