3.Göz
Bilinen en eski anıtsal yapı:
Göbeklitepe
Şeyhmus Çakırtaş Belgesel Fotoğrafçı/Blog
Yazarı
1.Bölüm
12 bin yıl önce Kuzey Mezopotamya’da yaşayan
taş devri insanları içinde bulundukları döneme göre inanılmaz yapılar inşa
ettiler. Henüz yerleşik hayata geçişin yaşanmadığı bir dönemde son avcı
toplayıcılar tarafından yapılan bu yapılar, asırlar sonra keşfedildiklerinde
şaşırtıcı bilgilerle gün yüzüne çıktılar. Taş dışında herhangi bir aletin
bilinmediği bir çağda insanlar taşı taşla yontmayı, sembollerle düşünmeyi, taşlara
belli düzen vererek duvar örmeyi, hayvanları evcilleştirmeyi öğrendiler. Düşüncelerini
taşlara işleyerek, gerçek boyutlu insan/hayvan heykelleri yaptılar; doğadan topladıkları tohumları zaman
içinde ekip biçmeyi öğrendiler ve tarım devrimine gerçekleştirdiler.
Bütün bunlar,12 bin yıl önce taş devri olarak
nitelendirilen erken neolitik dönemde gerçekleşti. Bu süreç, asırlarca sürdü
ama etkisi çağlar boyu devam etti. O gün bu gün tarım hala insanların en temel
gıda faaliyeti; keza aynı şey hayvancılık için de geçerli.
Bu sıra dışı yapıların içinde en çok bilinen ve
öne çıkan arkeolojik alan, bu günkü adıyla Göbeklitepe’dir. Arkeoloji
dünyasının ilgi odağındaki kazı alanı Urfa kent merkezinin
18 kilometre kuzeydoğusunda yer alır. Xirabreşk ya da Türkçeleştirilmiş ismiyle
Örencik Köyü sınırları içinde bulunan, halk arasında öteden beri Xirabe ya da
ziyaret adı verilen, en eski yerlerden biridir. 770 metre rakımlı tepedeki eski
harabe keşfedilene kadar bölgede sıradan bir ziyaretti.
Bu gün artık dünya ölçeğinde bilinen Göbeklitepe’nin
yer aldığı Köy ve çevresinde ilk defa 1950 yıllarında yüzey araştırmaları
yapılmış, Amerikalı arkeolog Robert.J
Braidvood tarafından neolitik hayatın merkezi olarak
tanımlanmıştır. Aynı arkeolog 1963
yıllarında İstanbul Üniversitesinden
meslektaşı olan Prof Halet Çambel ile birlikte aynı alanda çalışmalar yürütmüş ve
araziyi arkeolojik haritada "V52 Neolitik Yerleşimi Yeri”olarak belirlemiştir.*
Henry Wright adlı araştırmacı ise aynı dönemde,
aynı alanda yüzey araştırmalar yapan Amerikalı
Peter Benedict ve Bruce Howe adlı arkeologların alanı tespit ettiklerini ileri sürer. Arkeolog Peter Benedict 1980 yıllarda yüzey araştırmalarla ilgili yazdığı
makalede arkeolojik alan ile ilgili araştırmalardan bahseder ve makalesinde eski yerleşim yerinin
yamaçlarının çakmaktaşlarıyla dolu olduğu, en yüksek iki tepeciğin üstünün
gömütlerle kaplı olabileceğini ve alanın büyük bir eski bir mezarlık olduğunu
yazar.
1963
yıllarında yapılan yüzey araştırmalara rağmen, o dönem arkeoloji bilgisi Xirabreşk’in önemini
anlamaya yetmemiş, çalışmalar raporlamayla kalmıştır. O yıllarda yüzey araştırması yapan ekipte yer alan Robert. J Braidvood ve Halet Çanbel Göbeklitepe yerine Diyarbakır /Ergani sınırları
içinde yer alan, halk arasında Qota
Berçem/yani tarihte ilk gelişkin köy örneği olan Çayönü’nde kazı yapmaya karar vermiştir.
Bu nedenle Karaharabe binlerce yıllık ıssızlığıyla
tekrar baş başa kalmıştır. Bu nedenle, uzunca bir süre Xirabreşk
çevresinde ve neolitik eserlerin gömülü
bulunduğu tepede herhangi bir araştırma yapılmaz. Neolitik alan binlerce yıllık
uykusuna devam eder ve sıradan bir yerel ziyaret olarak varlığını sürdürür.
Xirabreşk’in
binlerce yıllık uykusundan uyanması ancak 1994 yılında mümkün olur. Mezopotamya’da bir çok arkeolojik kazıya katılan eski çağ uzmanı ve deneyimli Alman
arkeolog Klaus Schmidt, Newala Çori** arkeolojik alanı kurtarma
kazılarından çıkan gömütlerden yola çıkarak, çevrede daha eski neolitik
yerleşimlerin olabileceğini ve daha
kapsamlı arkeolojik araştırmalar yapmanın
gerektiğini düşünür. Schmidt’in amacı, Newala
Çori’de ortaya çıkarılan eserlerin öncesine ulaşmak, neolitik devrin kodlarını
çözmek, eski yaşamın izlerini gün yüzüne çıkarmaktır. Bu amaçla ilk adım olarak Newala Çori,
çevresinde bulunan tepe ve vadilerde araştırmalar yapmaya başlar. Höyükleri
inceler, eski yerleşim yerleri olabilecek
arazilerde yüzey çalışmaları yürütür. Engebeli ve yüksek tepelerde geçmişin izlerini
bulmaya çalışır. Yapılan çalışmaların raporlarını inceler, bölge ile ilgili
makaleleri okur. Araştırmalarını Newala Çori’nin doğusunda bulunan Urfa merkeze
bağlı Xırabreşk Köyü civarına kaydırır, buraya
yoğunlaşır. Nevali Çori’de çıkan eserlerin ışığında, alanda görülebilen çakmak taşı, mermer buluntuları, taş parçalarının neolitik devirlerden
kalma ihtimali göz önüne alarak çalışmalarını derinleştirir. Alan hem Nevala Çori’ye yakındır, hem de aynı jeolojik zemine
sahiptir. Bu benzerliği önemser. Özellikle zeminin yek pare kireç taşı olması,
toprak yüzeyinde yoğun çakmak taşı
bulunması, çevrede bulunan vadilerde bloklar halinde mermer kayaçların çokluğu,
ağırlıklı olarak burada araştırma yapmasına neden olur. Alan hakkında
bilgilerini çoğaltmak ve somutlaştırmak için Urfa Arkeoloji Müzesinde
çalışmalarına devam eder. Klaus, eski çağlardan kalma taş eserlerden
yararlanıp, bir işaret bulacağını düşünerek müzede daha fazla zaman geçirmeye
başlar. Bilinmeyen bir çok taş eserin müzede bulunduğunu bildiğinden müze bahçesinde, kıyıda köşede
bulunan taş eserleri inceleyerek araştırmalarına devam eder.
Müze
görevlileri, 1980’li yıllarda Xirabreşk Köyü sınırlarında bulunan tepede, çift süren Şavak Yıldız adlı çiftçinin bulduğu heykel ve bazı taş parçalarını müzeye
getirdiğini söylediğinde heyecanı katlanarak artar. Müzeye getirilen heykeller,
o yıllarda neolitik döneme ait eserler bilinmediği
için önemsiz bulunmuş, buna rağmen depoya kaldırılmıştır. Bu bilgi,Klaus’un
araştırmasında adeta bir katalizör etkisi yapar ve çalışmalarını hızlandırır. Müze
görevlileriyle birlikte heykeller inceledikten sonra doğru iz üzerinde
olduğunu anlar. Ancak alınacak çok yol vardır. Müzedeki heykel ve taş parçalarının
neolitik dönemden kaldığına neredeyse emindir. Kesin bir sonuca varmak için alandan aldığı örnekleri radyo karbon testine
gönderir. Çıkan sonuç tahminlerini doğrular.
Schmidt,
aradığı yeri bulduğuna karar verir ve hiç vakit kaybetmeden alanda arkeolojik
çalışma için çalıştığı Alman Arkeoloji Araştırma Enstitüsünü*** bilgilendirip kazıya
başlama izni ister. Zaten enstitünün deneyimli arkeoloğu olduğu için işler kısa
zamanda yoluna girer, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığından da gerekli
izinler alındıktan sonra 1995 yılında Göbeklitepe’yi tarih sahnesine çıkaracak kazı
serüveni resmen başlamış olur. Urfa merkeze bağlı Xirabreşk Köyü sınırları
içinde yer alan Karaharabelerde, böylelikle yüzyılın arkeolojik keşfine imza atma süreci start alır.
İlk yıl çalışmalar tepede
gözden uzak, ıssız arazide sıradan bir kazı olarak yürür, pek kimsenin ilgisini
çekmez. Tek tük meraklı kazıları görmeye gelir. Zamanla yüzeyde bulunan
taşların etrafı açılmaya başladığında artık keşfin kapısı aralanır ve dünyanın
en eski kült merkezi tarih sahnesine çıkar. Taş devri insanları tarafından inşa
edilen gizemli taş anıtlar 12 bin yıl
sonra gün yüzü görür. Bu ilginç anıtsal taşlar gün yüzüne çıktıktan sonra artık
adı Göbeklitepe olan alana ilgi artar, kazılarda çıkan eserler arkeolojik
çevrelerce konuşulmaya başlanır.
Ben de tam o yıllarda Urfa
merkezde öğretmen olarak çalışıyor, zaman zaman belgesel fotoğraf çekimlerine
çıkıyordum. Kazıların başlamasından iki yıl sonra ortaya çıkarılan eserleri
görmek ve mümkünse fotoğraflamak amacıyla Göbeklitepe’yi ziyaret etmiştim. Kazı alanında ilk gözüme çarpan ortaya
çıkarılan T şeklindeki birkaç dikili taştı. İtiraf etmeliyim ki, ilk anda kafamda olayın büyüklüğü canlanmamış, taşların
anlamını da çözememiş,ortaya çıkarılan dikili taşların kısa sürede bilimsel
tarih anlayışını değiştireceğini kavrayamamıştım.
O gün ünlü arkeolog
öğretmen olmam nedeniyle, taş devri ustalarının inşa ettikleri taş eserleri, o
denemin sanatını ve büyük devrimlerin eşiğinde son avcı toplayıcıların
yaşamlarını, inşa ettikleri alanı bizzat kendisi anlatarak büyük bir incelik
göstermişti. Kazı alanın çevresinde yürürken "Kazılan alanda toprağa dikkat edersen, renkleri farklı
toprak kütlesi görürsün. Bu toprağın her katmanı farklı bir devri, yani binlerce
yıllık süreci yansıtıyor.” diyordu.
O gün, kazı alanından
ayrılırken gün batmak üzereydi ve zihnim 12 bin yıl öncesine gidip gidip
geliyordu. Taş dışında hiçbir aletin olmadığı bir dönemde dikili taşların nasıl
yapıldığı, kurak tepede bu taşların neden dikildiği zihnimi kurcalayan ilk
sorulardı.
Sonraki zamanlarda birkaç kez daha gidip, geldim. Kazılar
ilerledikçe ziyaretlerim biraz daha arttı. Arkeologlarla birlikte kazı alanında
zaman geçirdim ve çokça fotoğraf çektim. Her seferinde daha fazla dikili taşın
ortaya çıktığına tanıklık ettim ve yeni bilgilerle döndüm. Kazı alanında çıkan
gömütlerin büyüklüğü, taşlar üzerinde
bulunan sembol ve yüksek kabartmalar, heykel örnekleri geçmişi anlamamı
kolaylaştırsa da zihnimde yeni soruların belirmesine neden oluyordu. Her yeni
bir bilgi zihnimde yeni soruların belirmesine neden oluyordu.
Ortaya çıkarılan anıtsal
taşlar, Klaus’un verdiği bilgilerine göre M.Ö on bininci yıllarda taş devri insanları tarafından
inşa edilmişti. T şeklindeki dikili taşlar, akıllara tapınak kavramını getirse de Klaus Schmidt o
dönemde oldukça temkinliydi. "Görevim şimdilik bu en eski kült merkezini
sorunsuz kazmak ve gün yüzüne çıkarmak. Yorum yapmak için henüz çok erken.
Burası bilinen bilgileri sarsacak ve tarihi çok daha gerilere götürecek. Henüz
yolun başındayız, konuşmak için çok erken” diyordu.
Kazılar süreç içinde
ilerliyor, benim kafamda ise "Göbeklitepe” isminin nasıl ortaya çıktığı
takılıyordu. Bu merakımı gidermek için
ziyaretlerimin birisinde alan hakkında sohbet ederken Klaus’a kazı alanına verilen Göbeklitepe isminin
nereden esinlendiğini sordum. Hiç ciddiyetini bozmadan şunları söyledi: ”Alanın
aradığımız yer olduğuna kanaat getirdikten sonra kazmaya karar verdik. O
yıllarda bazı köylüler, bu tepeye çoğunlukla Gobekli diyorlardı. Başka özel bir
ismini duymadık. Biz de bu isme sadık kalarak Gobeklitepe ismini uygun bulduk.
Böylelikle Göbeklitepe ismi tarih sahnesine çıktı. Bu isim bize ait değildi,
halkın söylemlerinden yola çıkarak bir senteze gitmiştik. ”
Göbeklitepe, dikkat çekici
bir isim olsa da, tepenin yer aldığı köyün asıl adı Kürtçe
Xirabreşk’ti. Kürtçe Xirabe, viran ya da terk edilen yer, karaharabe anlamına
geliyordu. Alanın geneline Xırabreşk, kazı yapılan yere ise ziyaret, Kürtçe
Girê Miraza denildiğini hatırlattığımda Klaus,
"Girê Miraza ismi orijinal bir isim. Keşke kazı başlamadan bu ismi duysaydık.
Alanın ruhuna da uygun düşerdi. Ancak kayıtlara ilk duyduğumuz isim geçti.”
diyordu.
Göbeklitepe’nin içinde yer aldığı geniş engebeli bölgeye Xırabreşk ya da Kara Harabe, ziyaret ve resmi ismi olan Örencik isimlerinin bir tesadüf olmadığı,
antik dokusuna uygun verilen adlarla kendini var
ettiği anlaşılıyordu.
O yıllarda kazılar
sürerken çevre köylere hem fotoğraf çekmek, hem de alanla ilgili mitolojik
bilgiler bulabilir miyim düşüncesiyle birkaç ziyaret yapmıştım. Çevre köylerdeki
yaşlıların anlattıklarına göre; kazı yapılmadan önce Göbeklitepe’de oldukça
yaşlı bir dardağan ağacı varmış. Ağaç tepede görünür olduğu için insanları
buraya çeker, tepeye bir kutsiyet kazandırır, ziyaret olarak kabul edilirmiş.
Ama ne yazık ki ağaç zamanla kurur ya da birileri tarafından kesilir. Bundan
dolayı tepe uzunca bir süre çıplak kalır, ziyaret az da olsa unutulur. Çoğu
insan tepedeki ağacı ziyaretle özdeş gördüğü için ziyaretler azalır. Ta ki, bir
süre sonra çıplak kalan tepeye yeniden bir ağaç dikilene kadar bu durum sürer. Tepenin
ağaçsız kalmasının uğursuzluk getireceğini düşünen köylüler, tepeye bir dut
ağacı diker. Bu ağaç, boy vermeye başlayınca ziyaretler yeniden artar. İlginç olan yörede bulunan bir kaç tepede halen
yaşlı dardağan ağaçlarının bulunması ve
buralara ziyaret denilmesi. Dardağan ağacı hem uzun yaşayan, hem de Kürtlerde
kutsiyet bahşedilen bir ağaç. Yer, konum belirlemede en eski zamanlardan
beridir kullanılan bir ağaç türü. Mezopotamya genelinde yetişen bu ağacının kesilmesi
günah kabul edilir. Bölgede yer yer tepelerde oldukça yaşlı dardağan ağaçlarının
bulunması inancın halen sürdüğünü gösteriyor.
O tarihte
çevre köylerde hayatlarını sürdüren yaşlıların hemen hemen tümü tepede bir
ziyaretten bahsettiler. Keza, aynı durum başka tepe yerleşimlerinde de vardı.
Özellikle, gözden uzak ve yüksek tepelerde dardağan ağacı varsa ziyaret olarak
kabul ediliyordu. İlginç olan "zîyar” Zazaca görkemli, kutsal ağaç anlamına gelir. Ve ziyar, yani görkemli
ağaçların olduğu tepeler ziyaret olarak kabul edilir. Ziyardan zîyaret
türetilmiş olabilir mi bilmiyorum. Belki dilbilimciler bu konuda bir açıklama
yapabilir.
Tepedeki
ziyaretle ilgili anlatılanlara göre yıllarca hasta olan, çocuğu olmayan
kadınlar buraya gelerek şifa bulmak için adaklar adadılar. Ağır kötürüm
hastalar geceyi tepede geçirdiler. Geceyi tepede geçiren hastalar, taşlar arasından beyaz bir yılanın çıktığını, bir
nöbetçi edasıyla ortalıkta dolaştıktan sonra tekrar inine geri döndüğünü
söyler. Bazı hastalar gece yılanı gördüklerinde tutmayan ayaklarının tuttuğunu,
kötürüm gittikleri ziyaretten yürüyerek eve geldiklerini söylüyormuş.
Halk arasında
anlatılan beyaz yılan hikayesine paralel kazılarda ortaya çıkarılan anıt taşlar üzerinde
çok sayıda yılan kabartmaları bulunması işi ilginç kılıyor. Bu bir tesadüf mü
yoksa ortak bir algı mı? Bilemiyorum
binlerce yıllık ilginç bir metafor…
Kazılar
ilerlediğinde Göbeklitepe’nin ziyaretçi profili değişir ama işlevi değişmez. Bütün dinlerden, etnik yapılardan,
kültürlerden insanlar burayı görmek amacıyla gelse de ağacın dallarına dilekte
bulunarak bez bağlama devam eder. Uzaklardan gelenlerin ağacın etrafında zaman
zaman ayine benzer ritüeller yaptıkları da görülür. Bin yılların eski çağ
ziyareti artık dünyaya mal olmuş bir dilek tepesine döner. Göbeklitepe’nin
belki de 12 bin yıldan fazla bir süredir aynı amaca hizmet ettiğini söylemek
yanlış olmayacak. Bir mabet demek belki kavram olarak tam karşılamayabilir. O
dönemin ruhuna uygun bir buluşma yeri, ritüel merkezi, belki de üreme amacıyla
cinselliğin kutsandığı sıra dışı bir yer…
Göbeklitepe geniş görüş mesafelerine hâkim, stratejik coğrafi
konumu, inanılmaz büyüklüğü, alanın neolitikten kalma özel bir yer olduğunu kanıtlar
niteliğinde. Klaus Schmidt, kazıya başladığında dünyanın en eski kült merkezine
ulaşacağını o günlerde belki de hayal etmiyordu. Ancak kazı alanının eski
dünyanın önemli bir yeri olduğunu tahmin ettiği kesindi.
Kazı ilerledikçe, tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili
yerleşik bilgileri altüst edecek buluntular ortaya çıkacak, sarsıcı bilgilere
ulaşılacaktı. Kazıların başladığı tarihten önce bilimsel tarihin Sümerlerle
başlanıldığı düşünülürken, ortaya çıkarılan Kült Merkezinin 12 bin yıllık
olması nedeniyle tarih anlayışı da kendiliğinden değişecekti. Tarih öncesi karanlık
devirler olarak adlandırılan zaman dilimi, en eski kült merkezi sayesinde daha
somut verilerle yorumlamaya elverişli hale geliyordu. Yazının bulunduğu M.Ö üç bininci yıllar somut tarihin başlangıcı kabul ediliyordu. Öncesi
ise karanlık dönem olarak tanımlanıyordu. Oysa ortaya çıkarılan Göbeklitepe, "Bilimsel Tarih Sümer’le başlar" tezini sarsıyor,
tarihsel süreç çok daha gerilere giderek, bilimsel tarihin başlangıcı da artık
Sümer değil, çok daha gerilere, neolitik topluma kadar geriye gidiyordu. Burada
ki kazılar arkeoloji dünyası açısından bir devrim niteliğindeydi. Yazının bulunması önemli bir başlangıçtı ama tarih çok daha gerilerden
ses veriyordu artık. Yazı yoktu ama soyut semboller vardı.
Göbeklitepe’de
ortaya çıkarılan taş yapılar hem tarihsel süreci 7 bin yıl daha gerilere hem
de karanlık devirlere olan bakış açısını
değiştirir. Yeni düşünceler, yeni arayışlar ve inşa edilen kült merkezlerinin
öncesi tartışılmaya başlanır. Göbeklitepe inşa edildiğinde yazı yoktu,
bildiğimiz anlamda bir hiyerarşik kurum ortaya çıkmamıştı ve en önemlisi avcı
toplayıcı toplumlarda gelişmişlik düzeyleri bilinmiyordu. Göbeklitepe gibi
anıtsal yapıların inşası, yapının
asırlarca kullanılması akıllara bir çok soru getiriyor, neolitik dönemin
bilinenden daha farklı bir zaman olduğu düşüncesini gelişiyordu.
Göbeklitepe’nin
keşfi bütün bunlara yeni yaklaşımlar
getirdi. Tarım devrimin henüz
yaşanmadığı, yerleşik düzene geçilmediği düşünülen bir dönemde neolitik çağın taş ustalarının
etkisi asırlar sonra ortaya çıkacak eserlerle yerleşik hayata ve tarım
devrimine geçişi hızlandırdıkları anlaşılıyordu. Karanlık dönemlerde dikilen taşlar, gerçek boyutlu heykeller, anıtsal stellere işlenen yüksek
kabartmalar o dönemin zihin dünyası hakkında önemli bilgileri yansıtıyor, tarihin karanlık dehlizini on iki bin yıl
geriden aydınlanıyordu. Kazı alanında yerleşik hayatla ilgili izler bulunmasa
da bilinen bilgilerin dışında bir hayat sürdürüldüğü açığa çıkıyordu. Karanlık
dönem olarak bildiğimiz zaman diliminde insan toplulukların yaşam tarzları ve
ortaya koydukları eserler insan zihnini zorlayacak türdendi. Gerek olağanüstü
taş anıtların dikilirken kullanılan mühendislik hesaplamaları, gerekse de taşlara
işlenen yüksek kabartma örnekleri, soyut semboller o dönemin hiç kuşkusuz gizemli
olduğuna tanıklık ediliyordu.
Göbeklitepe ve daha sonra kazılan benzer alanlarda ortaya
çıkarılan buluntular, hem tarihin en gizemli kapılarını aralıyor, hem de
insanlığın geçmişine güçlü bir ışık tutuyor. 12 bin yıl önce yani erken neolitik dönemde, son avcı toplayıcılar
tarafından inşa edilen bu sıra dışı kült merkezinin gizemi henüz çözülmese de
tarihsel sürecini değerlendirme imkânı var artık. Henüz çok bilinmeyeli bir
denklemle karşı karşıya olunsa da eserler adeta binlerce yıl öncesinin ışığını
günümüze taşıyor. Bu alanlarda vurulan her kazma yeni keşiflerin kapısını
aralıyor, tarihin karanlık perdesinde gedik açıyor…
Devam edecek…