3.Göz
Eğer bir zırhınız varsa ya haçlılar gibi saldırı hâlindesiniz demektir
bu ya da bir tehdit altında. Kaplumbağanın kabuğu yalnızca savunma amaçlıdır
ama kirpininki aynı zamanda yay ve okla donanmıştır. Benzer durumdaysanız
okları kullanmanız olasıdır. Bilindiği gibi kirpinin okları ancak bu durumda
kullanılır. Diğer zamanlarda bu yükü sırtında taşımaya mahkumdur. Hayatta
kalmanın seçimi ve bedeli olarak.
Kimlikler de zırha benzetilebilir. Sıcağa, soğuğa, kaşıntıya, yaralamaya,
acıya rağmen taşınır. Ne zaman silah ne zaman kalkan gibi kullanıldığına
gelince, bir yurtseverlik kimliğiyse, yani yurdunuz(çadır, ev, oikos, ülke)
tehdit altındaysa veya işgal edilmişse doğal bir meşruiyete sahiptir.
İkincisi kontrata(sözleşme) dayalı devletin icat edip okul, tapınak,
kışla, medya vb araçlarla başınıza geçirdiği kimlik de size meşru, erdemli ve
onur verici gelebilir. Çünkü devletin endoktrine tornasından
geçirilmişsinizdir, yapaylığını da dayatıldığını da farketmeyebilirsiniz. Bazen
bu Türkiye’deki gibi Müslümanlık veya Türklük paydasında içinden geldiği
kültürün, dilin konuşanlarına düşmanlık hâline de gelebilir. Bu duyguyu gerekçe
edinenler farklılıkların bölücü, ayrıştırıcı, ayrımcı dolayısıyla çatışmacı
olduğu tezine dayanırlar. Bunlara göre herkes aynı olursa çatışma olmaz.
Egemen söylemden yana olanların acıyı yalıtan görmeme, duymama,
bilmeme, empatiden yoksun, ötekine karşı duyarsız zırhı bu aynılaştırma
sürecinin yarattığı sıkıntıya anlamaya engeldir. Tam da o Afrikalının dediği
gibi « hiçbir beyaz bir siyahinin renginden ötürü duyduğu kederi
duyamaz. » Ne zamana dek ? Stuart Hall’in anlattığı Birleşik Krallık
devletlerinden Cavalı’nın hikayesindeki gibi Londra’da beyaz İngilizlerden ayrı
tutulduğunu fark etmesine dek.
Çünkü asimilasyonist politikalar empatiyi köreltme üzerine
kurgulanmıştır. Farklılık demek sorun demektir, öteki sorun yaratıcıdır. O
yarayı kaşıyandır, bölüp parçalamak isteyenlerin oyuncağıdır. Öteki, çok
masumane biçimde kendi olmak, kendi kalmak istese bile.
Doğal seleksiyon toplumsallığın bu alanında da söz konusudur. Beşeriyet
farklılaşmanın başından beri kültürel ve dilsel çeşitlilik gösterir. Tıpkı bir
ağacın dalları gibi. Herkese, bütün dünyaya tek dil olarak Esperantoyu(Arapça,
Latince, İngilizce, Türkçe de olabilir) dayatsanız, egemen kılsanız, diğer
dilleri unuttursanız da ondan gelecekteki dillerin dal budak salmasını
engelleyemezsiniz. Eni konu başa, bulunulan yere dönülür.
Çünkü doğal olan budur. Dünyamız hayvan ve bitki çeşitliliği gibi dil
çeşitliliğiyle dünyadır, doğadır, hapitattır.
Burada bir seçimde bulunacaksak yanıtlanması gereken soru şudur:
Ayrıştırıcı, çatıştırıcı değil, politik art niyetlerden arınmış, ötekine
saygıyı temel alan bir proje nasıl olabilir? Nasıl uygulanabilir?
İki yüz yıl öncesine kadar toplumsal sözleşme din kimliği esas alınarak
tasarlanmıştı. Modern dönemde Fransız İhtilâli’nin ve Fransız ulus kurmacasının
yarattığı ulusu/milleti tasarımı bütün dünyanın modeli oldu. Egemenler bu
tasarımı benimseyip devletin asli kimliği olarak devletin yapıntı ulusunu
oluşturmak üzere tebaasına dayatmaya başladı. Bu, politik seleksiyondur, doğaya
da insan doğasına da karşıdır. Devletin imkanlarıyla albenili kılınmış olduğu
için örgün olarak yaygınlaştırılır. Arkada ipleri elinde tutan kapitalizmin ve
teknolojisinin marifetidir. O bir namevcud, bir ‘hayâlî’dir.
Farklı kültürleri, farklı etniklikleri, farklı inançları elimine etme
üzerine kurgulanmış söylemlerden farklı olarak doğal seleksiyon başından beri
yaşanan bir gerçekliktir. Buna bir itiraz olamaz, yeter ki kendi mecrasında,
yani doğal ilişkiler içinde gerçekleşsin. Dışarıdan, tepeden inmeci siyasi bir
elin müdahalesi olmasın.
Bunu nasıl ayırabiliriz, "kolektif belleğin temel
işlevi nedir? Nasıl inşa edilir? Kimlik-bellek ilişkisi kolektif düzeyde nasıl
kurgulanır? "Biz”i inşa ederken içerdenlik ve dışardanlık kriterleri nasıl
oluşur ve manipüle edilir? Kolektif bellek ve kimlik inşasında sürekli devrede
olan iktidarın bu ikili bağlantıdaki rolü nedir? Neden bazı toplumlar için
kolektif bellek sadece olumlamalardan oluşan bir hikâyedir? Neden ortak geçmişe
yönelik farklı bir kolektif bellek hikâyesi rahatsız edicidir? Neden geçmişin
negatif eleştirisi ‘aidiyet’ kimliğimize yapılmış bir saldırı olarak algılanır
ve neden bu denli kırılgandır?”
Öznenin oluşumu doğrudan
bellek ile ilişkilidir ama aynı zamanda dışardan kurgulandığından, kim
olduğumuz sadece bir yanılsama değil midir? Belleğin çarpıtmalara bu denli açık
olması ve kayganlığı, ben-biz kimliğini nasıl etkiler vb sorularına yanıt yerine Hayali Cemaatler,(Benedit
Anderson, Metis Y.), Vatan Aşkı(Maurizio Viroli, Ayrıntı Y.), Ulusu
Düşünmek(Özgür Üniversite Y.), Milletler Milliyetçilikler(E. J. Hobsbawm,
Ayrıntı Y.), Türklük Sözleşmesi(Barış Ünlü, Dipnot Y.) benzeri başka, hatta
daha temel olabilecek kitaplar önerebiliriz ama, bu yazıda Saime Tuğrul’un Yitik
Bellek kitabıyla yetineceğiz. Çünkü sorumuzun yanıtı orda.
"Aynının karşıtı farklı; başka, öteki, zıt olandır. Badio’ya göre
aynı(idem) kelimesi Yunan kökeninden bu yana tözellik ve kimlik üstünlüğünü
tanır. Aynılığın despotizmi karşısında ötekini tanımak mümkün değildir. Bu
nedenle ontolojik olarak kendiliğine ait kimlik(identité de soi) ötekinin
düşünce içinde yokluğunu belirler ve öteki deneyimini tamamen siler.(Badio, Başka Bir Estetik, Metis Y., 2009)
Benzer bir kaygıyla Paul Ricœur’ün başkalık olarak başkalık kıyaslaması bizzat
kendiliğin kurucu öğesi olabilecek bir başkalıktır.(Bkz. Paul Ricoeur, Hafıza Tarih Unutuş, Metis Y., Zaman ve Anlatı: İki - Tarih ve Anlatı, YKY.)
Başka, yalnızca karşının öteki yüzü değil, kendinin bir çeşit özgül
edilgenliğiyle iç içedir.(Yitik Bellek, Saime Tuğrul, Dipnot Y., s. 116)
Bu vurgu, kimliğin olağan seyrine göndermede
bulunur. Ulus devletler(TC, IC, SAC) veya dinsel devletler(İİC) egemen ulusun normlarına göre kimliği tanımlayıp
diğerlerini dışarılarlar. TC bu konuda Fransız Cumhuriyeti’nin etnik ve dinsel
kimlikleri yok sayan başlangıçtaki evrensel çizgisine yakın görünür. Ama insan
hakları ihlâllerinde de ona çok uzaktır. Modern demokrasilerin yurttaşlığa
evrensel bir nitelik atfetmesi bu ikinci yüzünü örtmeye ve etnik-inançsal
farklılığı asimileye yöneliktir. Sözümona etnik kimliği değil de insanı baz
almaktadırlar. Saklı tasımları her zaman egemenin etnik üst-kimliğidir. El
altından onu yaymaya çalışırlar.
IC, SAC
ve İİC’yse adlarından belli etnik ve dinsel kimlikleri vurguludur. Tözellik ve
kimlik üstünlüğüne dayalı, ötekini yoksayan bu milliyetçilikler ve ırkçılığın
panzehiri ötekiyle varlığını tanıyan, kimliğini bir renklilik, çeşitlilik
olarak toplumsal hayata katan bu başkalığı savunan çoğul kimliktir. Gilles Deleuze ve Felix Guattari, bunun da
yerine hayvan-oluş, yeryüzü-oluş tasarımları bağlamında insan-olmayan aktörleri
de ekleyip kapsamını canlı-madde olarak genişletir bunun. Siborg
Manifestosu’nun yazarı Donna Haraway ise OnkoFare™ gibi genetik mühendisliğiyle
yaratılmış laboratuvar organizmalar da dahil pekçok türden aktörleri,
pratikleri birbirine bağlayıp yoldaş türler olarak özneye katıp çoğul kimliği
öyle tanımlar. Görünen o ki robotlar da katılacak bunlara.
Devamında ise belki
de bildik insan elimine edilip robot kimliği ve CRISPR teknolojisinin ürünü öjenik
insansılar oluşturacak üst kimliği. Derken
algoritmalar saklandığı yerden sahneye çıkacak.
Farklılıklarla bir arada yaşayabilme kültürü
ve duyarlılığı yalnızca demokrasinin ve insan haklarının gereği değil aynı
zamanda üstümüze gelen bizim de gitmeye teşne olduğumuz dijital kapitalizmin
hüneri bu mahşere karşı insan türünün hayatta kalabilmesinin koşuludur.
Kapitalizmin ve ulus-devletin kalemşorları bunu savunamaz; onlar için başkalık
kendi ölümleridir. Kapitalizmin sonu kapitalist olarak ve devletinin bekasını
ona endekslemiş ulus olarak kendi sonları demektir. "Benden sonra tufan” diyen
bir geleneğe eklemlenmişlerdir. Dünya ellerinde stres topuna dönüşmüştür. Diğer
insanları da seyirci kılmışlar.
Bunu ret etmek, insanın kendiliğini savunmak
çokluktan yana, aynı zamanda doğayı, dünyayı savunmak demektir. Doğanın sonsuz
çeşitlilik içinde birlik oluşunun da gereğidir bu.
Beşeriyeti buraya
sürükleyen, tabiiyet, aidiyet ve kimlik inşasının nasıl gerçekleştiğini, nasıl
uygulandığını, iktidarda nasıl kalabildiğini anlatırken ötekini de bunun
negatifi olarak nasıl içe çekildiğini anlamak için derli toplu bir kitap Yitik Bellek. Doktora tezi
düzeyinde, akademik bir çalışma ancak okuması da anlaşılması da kolay, akıcı.