3.Göz

09-12-2023 20:40
3.Göz

Hayri K. Yetik yazdı. 


Eğer bir zırhınız varsa ya haçlılar gibi saldırı hâlindesiniz demektir bu ya da bir tehdit altında. Kaplumbağanın kabuğu yalnızca savunma amaçlıdır ama kirpininki aynı zamanda yay ve okla donanmıştır. Benzer durumdaysanız okları kullanmanız olasıdır. Bilindiği gibi kirpinin okları ancak bu durumda kullanılır. Diğer zamanlarda bu yükü sırtında taşımaya mahkumdur. Hayatta kalmanın seçimi ve bedeli olarak.

Kimlikler de zırha benzetilebilir. Sıcağa, soğuğa, kaşıntıya, yaralamaya, acıya rağmen taşınır. Ne zaman silah ne zaman kalkan gibi kullanıldığına gelince, bir yurtseverlik kimliğiyse, yani yurdunuz(çadır, ev, oikos, ülke) tehdit altındaysa veya işgal edilmişse doğal bir meşruiyete sahiptir.

İkincisi kontrata(sözleşme) dayalı devletin icat edip okul, tapınak, kışla, medya vb araçlarla başınıza geçirdiği kimlik de size meşru, erdemli ve onur verici gelebilir. Çünkü devletin endoktrine tornasından geçirilmişsinizdir, yapaylığını da dayatıldığını da farketmeyebilirsiniz. Bazen bu Türkiye’deki gibi Müslümanlık veya Türklük paydasında içinden geldiği kültürün, dilin konuşanlarına düşmanlık hâline de gelebilir. Bu duyguyu gerekçe edinenler farklılıkların bölücü, ayrıştırıcı, ayrımcı dolayısıyla çatışmacı olduğu tezine dayanırlar. Bunlara göre herkes aynı olursa çatışma olmaz.

Egemen söylemden yana olanların acıyı yalıtan görmeme, duymama, bilmeme, empatiden yoksun, ötekine karşı duyarsız zırhı bu aynılaştırma sürecinin yarattığı sıkıntıya anlamaya engeldir. Tam da o Afrikalının dediği gibi « hiçbir beyaz bir siyahinin renginden ötürü duyduğu kederi duyamaz. » Ne zamana dek ? Stuart Hall’in anlattığı Birleşik Krallık devletlerinden Cavalı’nın hikayesindeki gibi Londra’da beyaz İngilizlerden ayrı tutulduğunu fark etmesine dek.

Çünkü asimilasyonist politikalar empatiyi köreltme üzerine kurgulanmıştır. Farklılık demek sorun demektir, öteki sorun yaratıcıdır. O yarayı kaşıyandır, bölüp parçalamak isteyenlerin oyuncağıdır. Öteki, çok masumane biçimde kendi olmak, kendi kalmak istese bile.

Doğal seleksiyon toplumsallığın bu alanında da söz konusudur. Beşeriyet farklılaşmanın başından beri kültürel ve dilsel çeşitlilik gösterir. Tıpkı bir ağacın dalları gibi. Herkese, bütün dünyaya tek dil olarak Esperantoyu(Arapça, Latince, İngilizce, Türkçe de olabilir) dayatsanız, egemen kılsanız, diğer dilleri unuttursanız da ondan gelecekteki dillerin dal budak salmasını engelleyemezsiniz. Eni konu başa, bulunulan yere dönülür.

Çünkü doğal olan budur. Dünyamız hayvan ve bitki çeşitliliği gibi dil çeşitliliğiyle dünyadır, doğadır, hapitattır.

Burada bir seçimde bulunacaksak yanıtlanması gereken soru şudur: Ayrıştırıcı, çatıştırıcı değil, politik art niyetlerden arınmış, ötekine saygıyı temel alan bir proje nasıl olabilir? Nasıl uygulanabilir?

İki yüz yıl öncesine kadar toplumsal sözleşme din kimliği esas alınarak tasarlanmıştı. Modern dönemde Fransız İhtilâli’nin ve Fransız ulus kurmacasının yarattığı ulusu/milleti tasarımı bütün dünyanın modeli oldu. Egemenler bu tasarımı benimseyip devletin asli kimliği olarak devletin yapıntı ulusunu oluşturmak üzere tebaasına dayatmaya başladı. Bu, politik seleksiyondur, doğaya da insan doğasına da karşıdır. Devletin imkanlarıyla albenili kılınmış olduğu için örgün olarak yaygınlaştırılır. Arkada ipleri elinde tutan kapitalizmin ve teknolojisinin marifetidir. O bir namevcud, bir ‘hayâlî’dir.

Farklı kültürleri, farklı etniklikleri, farklı inançları elimine etme üzerine kurgulanmış söylemlerden farklı olarak doğal seleksiyon başından beri yaşanan bir gerçekliktir. Buna bir itiraz olamaz, yeter ki kendi mecrasında, yani doğal ilişkiler içinde gerçekleşsin. Dışarıdan, tepeden inmeci siyasi bir elin müdahalesi olmasın.

Bunu nasıl ayırabiliriz, "kolektif belleğin temel işlevi nedir? Nasıl inşa edilir? Kimlik-bellek ilişkisi kolektif düzeyde nasıl kurgulanır? "Biz”i inşa ederken içerdenlik ve dışardanlık kriterleri nasıl oluşur ve manipüle edilir? Kolektif bellek ve kimlik inşasında sürekli devrede olan iktidarın bu ikili bağlantıdaki rolü nedir? Neden bazı toplumlar için kolektif bellek sadece olumlamalardan oluşan bir hikâyedir? Neden ortak geçmişe yönelik farklı bir kolektif bellek hikâyesi rahatsız edicidir? Neden geçmişin negatif eleştirisi ‘aidiyet’ kimliğimize yapılmış bir saldırı olarak algılanır ve neden bu denli kırılgandır?”

Öznenin oluşumu doğrudan bellek ile ilişkilidir ama aynı zamanda dışardan kurgulandığından, kim olduğumuz sadece bir yanılsama değil midir? Belleğin çarpıtmalara bu denli açık olması ve kayganlığı, ben-biz kimliğini nasıl etkiler vb  sorularına yanıt yerine Hayali Cemaatler,(Benedit Anderson, Metis Y.), Vatan Aşkı(Maurizio Viroli, Ayrıntı Y.), Ulusu Düşünmek(Özgür Üniversite Y.), Milletler Milliyetçilikler(E. J. Hobsbawm, Ayrıntı Y.), Türklük Sözleşmesi(Barış Ünlü, Dipnot Y.) benzeri başka, hatta daha temel olabilecek kitaplar önerebiliriz ama, bu yazıda Saime Tuğrul’un Yitik Bellek kitabıyla yetineceğiz. Çünkü sorumuzun yanıtı orda.

 "Aynının karşıtı farklı; başka, öteki, zıt olandır. Badio’ya göre aynı(idem) kelimesi Yunan kökeninden bu yana tözellik ve kimlik üstünlüğünü tanır. Aynılığın despotizmi karşısında ötekini tanımak mümkün değildir. Bu nedenle ontolojik olarak kendiliğine ait kimlik(identité de soi) ötekinin düşünce içinde yokluğunu belirler ve öteki deneyimini tamamen siler.(Badio, Başka Bir Estetik, Metis Y., 2009)

Benzer bir kaygıyla Paul Ricœur’ün başkalık olarak başkalık kıyaslaması bizzat kendiliğin kurucu öğesi olabilecek bir başkalıktır.(Bkz. Paul Ricoeur, Hafıza Tarih Unutuş, Metis Y., Zaman ve Anlatı: İki - Tarih ve Anlatı, YKY.) Başka, yalnızca karşının öteki yüzü değil, kendinin bir çeşit özgül edilgenliğiyle iç içedir.(Yitik Bellek, Saime Tuğrul, Dipnot Y., s. 116)

Bu vurgu, kimliğin olağan seyrine göndermede bulunur. Ulus devletler(TC, IC, SAC)  veya dinsel devletler(İİC) egemen ulusun normlarına göre kimliği tanımlayıp diğerlerini dışarılarlar. TC bu konuda Fransız Cumhuriyeti’nin etnik ve dinsel kimlikleri yok sayan başlangıçtaki evrensel çizgisine yakın görünür. Ama insan hakları ihlâllerinde de ona çok uzaktır. Modern demokrasilerin yurttaşlığa evrensel bir nitelik atfetmesi bu ikinci yüzünü örtmeye ve etnik-inançsal farklılığı asimileye yöneliktir. Sözümona etnik kimliği değil de insanı baz almaktadırlar. Saklı tasımları her zaman egemenin etnik üst-kimliğidir. El altından onu yaymaya çalışırlar.

 IC, SAC ve İİC’yse adlarından belli etnik ve dinsel kimlikleri vurguludur. Tözellik ve kimlik üstünlüğüne dayalı, ötekini yoksayan bu milliyetçilikler ve ırkçılığın panzehiri ötekiyle varlığını tanıyan, kimliğini bir renklilik, çeşitlilik olarak toplumsal hayata katan bu başkalığı savunan çoğul kimliktir. Gilles Deleuze ve Felix Guattari, bunun da yerine hayvan-oluş, yeryüzü-oluş tasarımları bağlamında insan-olmayan aktörleri de ekleyip kapsamını canlı-madde olarak genişletir bunun. Siborg Manifestosu’nun yazarı Donna Haraway ise OnkoFare™ gibi genetik mühendisliğiyle yaratılmış laboratuvar organizmalar da dahil pekçok türden aktörleri, pratikleri birbirine bağlayıp yoldaş türler olarak özneye katıp çoğul kimliği öyle tanımlar. Görünen o ki robotlar da katılacak bunlara.

Devamında ise belki de bildik insan elimine edilip robot kimliği ve CRISPR teknolojisinin ürünü öjenik insansılar oluşturacak üst kimliği.  Derken algoritmalar saklandığı yerden sahneye çıkacak.

Farklılıklarla bir arada yaşayabilme kültürü ve duyarlılığı yalnızca demokrasinin ve insan haklarının gereği değil aynı zamanda üstümüze gelen bizim de gitmeye teşne olduğumuz dijital kapitalizmin hüneri bu mahşere karşı insan türünün hayatta kalabilmesinin koşuludur. Kapitalizmin ve ulus-devletin kalemşorları bunu savunamaz; onlar için başkalık kendi ölümleridir. Kapitalizmin sonu kapitalist olarak ve devletinin bekasını ona endekslemiş ulus olarak kendi sonları demektir. "Benden sonra tufan” diyen bir geleneğe eklemlenmişlerdir. Dünya ellerinde stres topuna dönüşmüştür. Diğer insanları da seyirci kılmışlar.

Bunu ret etmek, insanın kendiliğini savunmak çokluktan yana, aynı zamanda doğayı, dünyayı savunmak demektir. Doğanın sonsuz çeşitlilik içinde birlik oluşunun da gereğidir bu.

Beşeriyeti buraya sürükleyen, tabiiyet, aidiyet ve kimlik inşasının nasıl gerçekleştiğini, nasıl uygulandığını, iktidarda nasıl kalabildiğini anlatırken ötekini de bunun negatifi olarak nasıl içe çekildiğini anlamak için derli  toplu bir kitap Yitik Bellek. Doktora tezi düzeyinde, akademik bir çalışma ancak okuması da anlaşılması da kolay, akıcı.

 

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.