3.Göz
Şeyhmus Çakırtaş yazdı.
Karacadağ’ı hep bazalt taşlarıyla kaplı arazisiyle bilir, öyle değerlendirirdim. Ayrıca ağaçsız bir dağ olduğunu düşünürdüm. Hatta bu konuda geçmişte Radikal Ek’te bir yazım bile yayınlandı. Bildiğim Karacadağ dışında bambaşka bir yerin varlığını pek bilmezdim.
Ta ki geçen hafta Çınır İlçe sınırları içinde yer alan Burusk ve Xiç Köylerinin bulunduğu alana gidene kadar. Karacadağ’ın bir yanardağ olduğunu açıkça ortaya koyan ve lav çıkışı olan bölgeye gidince Karacadağ’ı hiç tanımadığımı anladım.
Karacadağ bildiğimiz bir yanardağ. Ancak bilinen yanardağlardan farklı olarak bir hamur kütlesi gibi kabarmış ve daha çok kenarlardan patlamış. Lavlar kenarlardan dört yöne akmış. Bu olayın 100 bin yıl önce gerçekleştiği tahmin ediliyor.
Lav çıkışı olan bölgeye gitmek üzere sabah erkenden yola çıktık. İlk durak Viranşehir. Kısa bir moladan sonra yolumuz üzerinde bulunan Burç Köyünde kısa bir gezinti yaptıktan sonra Karacadağ’a doğru yolumuza devam ettik.
Yıllarca gidip geldiğim yol biraz daha trafiği artmış göründü gözümde. Yedi yıldır uzak kalmışım bu yollardan. Çobanlar havaların sıcak geçmesinden kaynaklı çoğu hala koyunları yayıyorlar. Bir kaç gün önce yağan yağmur ortalığı az da olsa yeşillendirmiş. Ama yeşil örtü taşlardan belli olmuyor. Koyunların doyması kadar yeşillik yok ama önceki yıllara göre havalar çok sıcak geçmiş ve yağmur sonrası bir iki gün içinde doğa uyanmış. Yalancı bir bahar yaşandığını söyleyebilirim.
Viranşehir Diyarbakır Karayolu’nun iç kısımlarında yer alan Mir Badin Bölgesini ziyaret etme fikri yolda gelişiyor ve rotayı değiştirerek ana yoldan ayrılarak Karacadağ’ın iç kısımlarına doğru yol almaya başlıyoruz. Bu bölge daha fazla yağmur almış. Koçerlerin kaldığı alanları yeni terk ettikleri anlaşılıyor. Bazı sürüler halen bölgede. Yakın köylerden gelmiş de olabilirler. Koyun Keçi sürüsü görünce birazcık duruyoruz. Çobanların dağ başında yalnızlığı ve doğanın ıssızlığı bizi tedirgin etse de ortamı görmek istiyoruz. Neyse ki çobanlar köpekleri durduruyorlar. Yoksa adım atmaya imkan yok. Bizi parçalamaları an meselesi.
Burası Mir Badin bölgesinin en rakımlı yeri. Su bol. Bir kaç adımda bir kuyu var. Üzerleri hayvanlar düşmesin diye kapatılmış. Çevre yemyeşil. Sanki bahar. Önceki yıllarda bu tarihlerde burası karla kaplı olurdu. Ama artık öyle değil. Son bir kaç yıldır kar çok geç ve az yağıyor.
Yola davam. Mir Badin Türbesine varmadan bazı ilginç kayalar dikkatimizi çekiyor. İnsan yapımı tepeler mi yoksa doğal oluşumlar mı karar veremiyoruz. Bir tepenin önünde durarak bizzat inceleme ihtiyacı duyuyoruz. Tepenin en yüksek noktasında taşlar öylesine düzgün iç içe ki insan şaşırıyor. Sanki bir gözetleme kulesi ya da başka bir amaçla insan eliyle yapılmış hissi veriyor.
Ancak bu konuda net bir düşünce kafamızda oluşmuyor. Yolumuza devam ederken yeryüzü giderek değişiyor. Kayalık artarken tek tük ağaç da görülmeye başlanıyor.
Hatta bazı yüksek tepeler ve derelerde oldukça fazla ağaç var. Kimisin gövdesi oldukça kalın. Mir Badin Bölgesi daha fazla ağaçla kaplı. Hatta unutulmuş bir meşe ormanı da denilebilinir. Daha önce Mir Badin Tepesi yani Girê Bedro’da da aynı ağaçları görmüştüm. Demek ki burada ki ağaçlar bu türbe sayesinde kurtulmuş olabilir. Ağaçlar daha sık ve oldukça yaşlı. Oldukça ıssız alanda bir kaç kişi adak adamaya gelmiş. Onlara rasgeliyoruz. Onun dışında her şey sessiz ve ıssız. Mir Badin türbesi ağaçlar arasında. Çevresinde bazı eski mezarlar var. Hangi dönemden kaldıklarını bilmeye imkan yok. Mezarlar toprakla bütünleşmiş, geriye bir mezar taşı kalmış. Mir Badin için ise Karacadağ’ın taşlarından devasa bir mezar yapılmış ve çevresi tel örgülerle, demir çağlarla kapatılmış.
Burada ki ağaçların gövdeleri ilginç. Afrika’da bulunan bazı ağaçlara benziyorlar. Tümü bildiğimiz meşe. Buradaki ailelerden izin alarak bir kaç fotoğraf çekiyor, ağaçların arasında kısa bir gezinti yaptıktan sonra yeniden geri dönüp ana yoldan Karacadağ’ın ateş çukurkarını görmek için yolumuza devam ediyoruz.
Mir Badin bölgesi Karacadağ’da ağaç yetişmez tezini çürütüyor. Bazı ağaçların yaşının rahat 200 olduğunu düşünürsek geçmişte Evliya Çelebi’nin dediği gibi Karacadağ’ın meşelikle kaplı olduğunu söylemek olası.
Yol artık her an Karacadağ’ın lav çıkışı olan bölgeye kayabilir. Gözümüzü dört açmışız. Bir kaç köyden sonra Lav Yolu levhasını görünce hepimiz birden "Ha burası.”
Levha ok işaretiyle daha içerileri gösteriyor. Bizde ok yönünde sağdan devam ediyoruz yola. Xiç ve Burusk Köylerini bulursak hedefimize varacağız. Artık doğanın değiştiğini, taşların daha sık ve sanki yanmış olduğunu görüyoruz. Burası göz alabildiğince taş olsa da meşelikler varlığını iyice hissettiriyor. Çok kalın ağaçlar yok ama alan ince meşeliklerle kaplı. Sanırım yol üstünde ilk köy Burusk Köyü yani Türkçe ismiyle Şimşek.
Burada yol soruyoruz. Bize yoldan ayrılmadan ilerleyin diyorlar. Biz de söylenenleri yaparak ilerliyoruz. Doku daha da değişiyor. Taşlar kömür rengine dönerken yol kenarlarında yer yer xîç dediğimiz malzemeyle karşılaşıyoruz. Bu malzeme aslında yanan taşlardan oluşuyor. Küçük mucur gibi ama mucur değil. Suya dayanıklı ve çamur olmuyor. Yuvarlak kömür bilyelerine benziyor.
Sürecek….https://seyhmuscakirtas.com/2023/12/10/karacadagin-ates-cukurlarina-yolculuk/