Şeyhmus Çakırtaş /3.Göz
Çok değil, bundan 40-50 yıl önce bütün Mezopotamya'da, Anadolu ve Kafkaslarda, Orta Asya'da masal hayatın ritmi ve toplumun aynasıydı.
Teknoloji geliştikçe masallar unutuldu ve daha modern bilim kurgu hikayeler hayatımıza girdi.
Çağ değiştikçe söylem değişti, yazım dili farklılaştı, söylenceler kabuk tuttu, edebiyat değişik mecralara kaydı. Yeni akımlar, yeni yazım biçimleri gelişti.
Bu olması gereken bir şey. Farklı da olamaz zaten. Bilim ilerledikçe, edebiyat da kendine yeni yol ve yöntemler bulur.
En eski insanlardan bugüne sözle başlayan, yazı ile taçlandırılan düşüncenin estetiği ilginç süreçlerden geçerek bu güne gelmiş.
Bu süreçlerin içerisinde sanırım en ilginç olan masaldır. Gerçek üstü olayların, gerçekle harmanlanıp insanlara sunulması ve ironik mesajların edebi metinler haline getirilmesi masalın özüdür.
Aynı zamanda masal sözlü edebiyatın temelidir. Geçmişi de oldukça eskidir. Yazıdan önce vardır, yazının bulunmasından sonra da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmüştür.
Kürtlerin sözlü edebiyat geleneği olan dengbejlik, çirok/ıstanık anlatıcılığı en eski masal dünyasının bir yansımasıdır.
Kürtlerde masal, hayatın doğal seyri içinde insanlara aktarılırdı, bunun için bir törene gerek yoktu. İşte, güçte, çarşıda, pazarda her an bir anlatıcıyla karşılaşılırdı.
Masal ya da mesel anlatımını yapan yaşlılar, özellikle anneler aslında tam anlamıyla bir kültür taşıyıcısı rolünü oynardı.
Yoksa hangi olay, hangi masal, hangi şiir asırlar boyu zihinlerde kalabilir. Bunu başaran sözlü edebiyatın kolektif aklı ve estetiğidir.
Ağıtlar, türküler, masallar ancak bu şekilde sonsuzluk içinde varlığını yürütür. Dilden dile, nesilden nesile uzanır.
Benim masalla ilişkim çocukluğumda, annemin anlatımlarıyla başlar. Annem bir masal anlatıcı değildi ama en az onlar kadar masal bilir ve zaman zaman anlatırdı.
Özellikle kışın uzun geceleri masal anlatımı için en ideal zamanlardı. Annemin masallarını can kulağıyla dinler, farkında olmadan zihnimize kazırdık.
Bir gün öğretmenimizin okuduğu masalı dinleyince zihnimde yer edinen annemin masallarından biriyle örtüştüğünün farkına vardım.
Öğretmen masal anlatımını bitirdiğinde şaşılacak kadar mutlu olmuş, gözlerim ışıl ışıl parlamıştı. Her ne kadar masalın altında La Fontaine yazsa da, aklım annemin anlatımlarına gitmişti.
Öğretmenimiz masalı kim anlatacak deyince parmak kaldıran üç beş kişi arasında ben de vardım.
Ne ilginçtir ki bu kez genelde Türkçe bilmeyen, köylerden göç eden, kente yeni taşınan öğrenciler parmak kaldırmış, öğretmeni şaşırtmıştık.
Söz sırası bana gelince masalı sınıf önünde büyük bir heyecanla kendi cümlelerimle anlatmıştım.
Öğretmenimiz "Bu masalı daha önce okudun mu?" diye sormuş ben de "Yok öğretmen. Annem zaman zaman geceleri bize masal anlatır, oradan aklımda kalmıştır" demiştim.
Öğretmenimiz "Çok iyi, annen harika bir iş yapıyor" dedikten sonra "Annen okuma yazma biliyor mu?" diye de sormuştu.
"Yok, bilmiyor" diye cevapladığımda sanırım öğretmenimiz bir süre sessiz kalmış, düşünmüş ve dersin normal seyrine dönmüştü.
Anladığım kadarıyla öğretmenimiz anlattığı masalı annemin bilmesine şaşırmıştı.
İlkokulda birkaç kez bu tür sevinçler yaşadım. Bize oldukça yabancı bir ortam olan okul sürecine annemin dahil olması, okula ilgimi bir tık artırmıştı.
Annemin dilinden dinlediğim masalların kitaplarda yer almasına mutlu olmuş, masallarda kendimi bulmuştum.
Lise yıllarında ise öğretmenler tarafından anlatılan, kitaplarda yer alan ve annemin dilinden dökülen masalların La Fontaine tarafından derlendiği gerçekliğiyle yüzleşecek ve derin bir hesaplaşmaya girecektim.
Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasında anneler ve yaşlı insanlar tarafından anlatılan masalların La Fontaine'e ait olup, olmadığını sorgulamış, kendi kendime bir sonuca varmaya çalışmıştım.
Okuma yazma bilmeyen annemin La Fontaine masallarını nasıl öğrendiğini merak etmiş, kafamda kurgular kurmuştum.
O yıllarda edebiyata ilgi duyan arkadaşlarla bunun kritiğini yapar, masalların toplumumuza ait olduğu sonucuna varır ama Fransız Edebiyatına nasıl girdiğini bilemezdik.
Mezopotamya'nın mistik dünyası masallarla zengindi ve bütün edebiyat söze dayanıyordu.
Dengbejler, masal/mesel anlatıcıları bu zenginliği ayakta tutarak, bir nevi kültür aktarımı görevini görüyorlardı.
Her ev bir okul, her sokak doğal bir kampüstü.
İlginç olan bu zenginliğin üzerinde oturan bizler meselenin farkında bile değildik.
Masal bize basit gelirdi.
Olağanüstü olaylarda akıl ve mantık arıyor, olayları günün koşullarına göre yorumluyorduk. Oysa masalların geçmişi çok eskilere dayanıyordu.
Masallardaki ironiyi görme konusunda yeterince yoğunlaşmıyor, masalı zihnimizin en arkasına iterek sorunu çözme yoluna giriyorduk.
Eğitim sistemi de asılar boyunca dilden dile dolaşan bu masalları görmezlikten geliyor, kadim dilimizi yok sayarak masal anlatıcılığını es geçiyordu. Kitaplar dengbejlerden hiç bahsetmiyor, masal anlatıcılarını görmüyordu.
Oysa masal anlatıcılarının dillerinden dökülenler müthiş edebi metinlerdi ve aynı zamanda uygarlığın kök hüclerine sahip Mezopotamya'dan sesleniyordu.
Bu gelenek, kültür ve dil yok sayılamayacak kadar güçlü bir varlığa sahipti ama es geçilerek, sözlü edebiyat önemsizleştiriliyordu.
Buna rağmen söze dayanan edebiyat sınır tanımıyor, en ücra köşeye, başka halklara ulaşıyordu.
Bunun en açık kanıtı annemin anlattığı masallardı ve anlatılan masallar 16. yy sonlarında La Fontaine tarafından cilt cilt kitaplaştırılıyor, Fransız Edebiyatının klasikleri arasına giriyordu.
Bunun nasıl olduğunu zaman içinde anlayacak ve hem sevinecek, hem de hayıflanarak annemin masallarına dönecektim.
Sanırım çoğumuz yaşadığım süreci yaşadınız. Annenizden, ninenizden duyduğunuz masalları kitaplarda okudunuz. Buna rağmen masal hep basit ve önemsiz bulundu.
Günlük hayatta insanların düşüncelerini hafife almak için kullandığımız "Bana Masal anlatma!" yaklaşımı düşüncelerimizin ifadesi oldu.
Oysa masal ironik bir gerçekliğin edebi dili, geçmişin aynasıdır. Türkçe masal, Kürtçe çirok, Zazaca ıstanık, Farsça sab, İngilizce fairytale, Fransızca conte de fêe düşünüldüğünden daha fazla gerçeklik barındırır ve çağlar öncesinden bizlere seslenir.
Bu nedenle yıllardır hafife aldığımız masalların hayatımıza dokunduğunu ve binlerce yıllık zihin süzgecinden günümüze ulaştığı gerçekliği söz konusudur.
Bize saçma, ilginç ve basit gelse de masalın geçtiği zaman tüneli oldukça uzun ve karanlıktır.
Binbir Gece Masallarını duymayan yoktur. Okumasa, dinlemese bile adını duymuştur. Asırlar öncesine dayanan bir geçmişi ve toplumsal bir kurgusu vardır.
8'nci yüzyılda Abbasi Halifesi Harun Reşid zamanında Bağdat önemli bir kozmopolit şehirdi; İran, Çin, Hindistan, Afrika ve Avrupa'dan gelen tüccarlar ile dolup taşmaktaydı. Bu dönemde, şehrin kültürel yapısı da gelişmiş, Arap kültürü, özellikle diğer Doğu kültürleriyle harmanlanmıştı.
Binbir Gece Masalları'ndaki hikâyeler işte bu dönemde, halk hikâyeleri olarak ortaya çıkmıştır. Sözle aktarılan bu hikâyeler sonunda tek bir eserde derlenmiştir. Hikâyelerin çekirdeğini eski bir Fars (İran) kitabı olan Hazâr Afsâna (Bin Efsane) oluşturmuştur.
9'nci yüzyıl dolaylarında hikâyeleri derleyen ve Arapça'ya çevirenin masalcı Ebu Abdullah Muhammed el-Gahşigar olduğu söylenir. Eserdeki hikâyelerin çerçevesini oluşturan Şehrazad öyküsünün esere 14. yüzyıl dolaylarında katıldığı düşünülmektedir.
Eserin yabancı bir dile ilk çevirisi Türkçeye 15. yüzyılda Abdi tarafından yapılır. Artık bu çeviriden sonra bu hikâyeler Binbir Gece Masalları olarak anılmaya başlanır. Eser Fransızcaya 1704'te çevrilmiş, ilk modern Arapça derlemesi ise 1835'te Kahire'de yapılmıştır.
Fransızcaya 1704'te çevrilmişse de, eserin ve ihtiva ettiği hikâyelerin bir kısmının daha önceden Batı'ya geldiği düşünülmektedir.
Hikâyeye göre; Fars kralı Şah Şehriyar Hindistan ile Çin arasındaki bir adada hüküm sürer (eserin daha sonraki biçimlerinde bunun yerine Şehriyar'ın Hint ve Çin'de egemenlik sürdüğü yazar).
Şehriyar karısının kendisini aldattığını öğrenir ve öfkelenir, tüm kadınların sadakatsiz, nankör olduğuna inanmaya başlar.
Kadınlardan intikam alma düşüncesiyle önce karısını öldürtür, sonra da vezirine her gece kendisine yeni bir eş bulmasını emreder.
Her gece yeni bir gelin alan Şehriyar, geceyi hanımıyla geçirdikten sonra tan vakti hanımını idam ettirir. Bir süre bu böyle devam eder. Vezirin akıllı kızı Şehrazad bu kötü gidişata son vermek için bir plan kurar ve Şehriyar'ın bir sonraki eşi olmaya aday olur.
Evlendikleri geceden başlayarak, kardeşi Dünyazad'ın hikâye dinlemeden uyuyamadığını söyler ve her gece Dünyazad'ın da yardımıyla çok güzel ve heyecanlı hikâyeler anlatmaya başlar ama tam şafak vakti geldiğinde, hikâyenin en heyecanlı yerinde, hikâyeyi anlatmayı keser. Hikâyenin sonunu merak eden Şehriyar, Şehrazad'ın hikâyeye ertesi gece devam edebilmesi için, o gecelik Şehrazad'ın idamını erteler.
Her gece bir önceki masalın devamını anlatıp yeni bir hikâyeye başlar ve yine tam tan vakti hikâyenin en heyecanlı yerinde anlatmayı bırakır. Kitabın sonuna kadar yer alan hikâyeler, Şehrazad'ın Şehriyar'a anlattığı hikâyelerdir. Sona gelindiğinde, Şehrazad üç erkek çocuğu doğurmuştur ve evliliklerinden uzunca bir süre geçmiştir. Kralın kadınlara olan öfkesi ve kötü düşünceleri dinmiş, Şehrazad'ın sadakatine inanmıştır. 1
Adı masallarla anılan Le Fontaine'in derleyip, kaleme aldığı metinlerin çoğunun Mezopotamya ve Fars kökenli olduğu düşünülüyor.
Doğu ve batı dünyasında toplanan ve derlenen masallar önce çok ciddiye alınmamış, sonra Fransız Edebiyatının klasikleri arasına girmiştir.
Jean de la Fontaine 8 Temmuz 1621 tarihinde Fransa'da dünyaya gelen. Champagne bölgesinde yaşayan burjuva bir ailenin çocuğuydu. Babasının işini devralan La Fontaine 1671 yılına kadar su işlerinde müdürlük yaptı.
Yazarlık zamanlarında en verimli dönemleri Paris'te yaşarken oldu. Evini bilim adamı, yazar ve filozoflara açan Madame de La Sabliere'nin korumasında 20 yıl kaldı.
Ülkenin kralı dine bağlı olmadığı için Academie Française seçilmesine karşı çıktı, fakat 1683 yılında akademiye seçildi ve yazdığı fabl eserleri ile ünlendi.
La Fontaine'nin 12 kitaplık Seçme Manzum Fablları kuşkusuz yazarlığın doruğunu oluşturmaktadır. 7 kitaptan oluşan ilk derleme 1668 yılında 5 kitaptan oluşan ikinci derleme ise daha sonra yayınlandı. La Fontaine fabllarında genellikle Aisopos geleneğinde ikinci derleme ise Doğu edebiyatından yararlanıldı.
Yazarın Fabllarının en büyük özelliği hem her çağa ait, hemde hiç bir çağa ait olmayan zamanın çok ötesinde masal kahramanlarının özelliklerini taşımaktadır.
La Fontaine Fables eleştirmeni şaşırtan yönlerinden biride oldukça derin konuları hafif bir anlatım ile dile getiriyor olmasıdır. 2
Samed Behrengi 1939 yılında Azerbaycan Tebriz'de doğmuştur. Aslen İranlı olan yazar çocuk hikayeleri ve masal derleyicisidir.
Öğretmen okulunda okuduktan sonra birçok köy okulunda öğretmenlik yapmıştır.
Öğretmenlik yaptığı yıllarda İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü gece derslerini aldı.
Azerbaycanlı köylü çocuklara rehberlik hizmetleri sundu ve onlar için masallar yazdı.
Azerbaycan halk edebiyatını inceledi.
Dilden dile dolaşan öyküleri derleyerek Azeri Türkçesi ve Farsça olarak yeniden kaleme aldı.
Azerbaycan'ın halk folkloru üzerinde ilgi ile durdu. İran'ın eğitim sisteminin sorunlarını tespit etti ve çözüm yolları üretti. İran, Fars ve Azerbaycan kültürü üzerinde incelemeler yaptı.
Masalları derledi bunun yanında çocuk öyküleri yazdı. Çocuk öyküleri olarak görülen bu eserler bazı kesimlerce öğüt dolu, adaleti ve eşitliği sorgulayan eserlerdi.
Zamanın Şah yönetimine karşıydı. Bunun için hikâye ve masallar yazarak başkaldırdı. İdealist bir öğretmen olan Samed Bahrengi eleştirilerin odağında kaldı.
Eserleri onlarca dile çevrilmiştir. Dönemin ünlü dergi ve gazetelerinde çıkan yazılarında birçok takma isim kullandı.
Adine isimli haftalık bir gazete çıkardı ve dönemin baskıcı işleyişi yüzünden varlığını sürdüremedi.
Samed Bahrengi 1968 yılında daha 29 yaşında iken Aras nehrinde yüzerken bir kaza sonucu yaşamını yitirdi.
Bazı söylentilere göre Samed Behrengi cesur açıklamaları yüzünden Şah yönetiminin gizli polis örgütü tarafından suikasta kurban gitmiştir.
Behrengi onlarca masal kitabı yazdı. En çok okunan Küçük Kara Balık ve Bir Şeftali, Bin Şeftali adlı eserleridir. Behrengi eserlerinde balıkları, ağaçları konuşturur, toplumsal konuları bu şekilde dile getirip, halka mesajlar vermeyi amaçlar.
Hikaye dili muhalif bir çizgidedir. Şah karşıtı bir duruş sergiler ve sonunca bunu canıyla öder. Kitapları birçok dile çevrilir ve özellikle çocuklar arasında oldukça ilgi görür.
Genç yaşta "Bir kaşık suda" boğdurulan Behrengi çağlar öncesi masal dilini kullanan hikeyecilerinden biri oldu.
İster Binbir Gece Masalları olsun, isterse Behrengi'nin hikayeleri, hepsi de aslında bir mesaj verme, toplumsal sorunları işleme amaçlıdır.
Yani hiçbir masal aslında saçma ve basit değildir. İronik anlatımlarla, karanlığın perdesini yırtmaya çalışmaktadır.
Dolayısıyla masal dünyasına dönmek ve verilen mesajları anlamak gerekir diye düşünüyorum.
Son olarak annemin masallarla ilgili sözlerini bırakarak yazıyı noktalıyorum.
Istanıka mın çi pirık, geyrana dık û dık...***
Kaynak:
- Wikipedia
- Wikipedia
- Kadega
- Masalım çok doludur,
- gezer diyar diyar...